KİTÂBU BEDİL-HALK

14 03 2007

KİTÂBU BEDİL-HALK
Allah’ın Mahlûkları İlk Yaratışı Kitabı

1- YÜCE ALLAH’IN ŞU KAVİLLERİ HAKKINDA GELEN ŞEYLER (TEFSİRLER) BABI:

1 Buhârî nüshalarının çoğunda kitâb başlığı böyle gelmiştir. Besmele ve Kitâb lâfızlarında farklı olan nüshalar da vardır.


Buhârî bu başlık altında kâinatın başlangıcı ve sonundan yânı şu âlemin ilim ve irâde sahibi mutlak bir kudretin eseri olduğundan ve ölüm denilen dağılma hâlinden sonra tekrar yaratılması keyfiyetinden; başka bir deyişle bu kâinatın ve insanların nereden geldikler inden ve nereye gideceklerinden bahisle, Allah’ın kudreti eserlerini ibret nazarlarında tecellî ettirmek istemiştir. Burada tabîat ilimlerin in tekvine âid kaanûnları görülecek değildir. Çünkü dîn ile tabîat ilimlerin in hilkat bahisleri nde ta’kîb ettikleri yön konularına göre farklıdır. Tabîat ilimlerin in hilkate âid konuları fizikî ve sabit hâdiseler olduğu hâlde, dînin ko-
a. “O, ilkin mahlûku yaratıp sonra onu (öldürdükten ve tekrar dirilttik ten sonra) iade edecek olandır’ki, bu,
O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat O’nun. O, yegâne gâlib, yegâne hüküm ve hikmet
Sâhİbİdİr” (er-Rûm: 27). er-Rabî’ ibnu Huseym ile el-Hasen: Hepsi Allah’a
kolaydır, demişlerdir.
“Heynun” ve “Heyyinun”; “Leyn-Leyyin”, “Meyt-Meyyit”, “Dayk-Dayyık” kelimeler i gibi şeddeli ve şeddesîzdir 2.

b. “Ya biz ilk yaratışta acz mi gösterdik (ki diriltmek ten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni yaratıştan şübhe içindedirler” {Kaaf: ıs>.

c.  “… O sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz henüz analarınızın karınlarında döller hâlinde olduğunuz
sırada sizi (ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O (fenalıktan)
sakınan kimdir çok iyi bilendir” (en-Necm: 32).

d.  “And olsun ki, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan herşeyi altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir
yorgunluk dokunmamıştır” (Kaaf: 38).

e. “Hâlbuki O, sizi hakikat türlü türlü tavırlarla (hâllerle) yaratmıştır3. Görmediniz mi, Allah yedi göğü
birbiriyl e ahenkli olarak nasıl yaratmış? Onlarda Ay’ı bir nur yapmış, Güneş’i de bir kandil (olarak) asmıştır.
Allah sizi Yer’den ot gibi bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir çıkarışla (tekrar) çıkaracak. Allah YerH sizin için bir döşek yapmıştır, onun geniş yollarında gezip dolaşınız diye” (Nûh: 14-20).
nusu ve bahisleri tamâmiyle tabîat-üstüdür. Gayesi de beşerin yalnız dünyevî menfaati değil, hem dünyevî hem uhrevî saadetidi r. Hilkat bahsinde tabîat ilimlerin in dayandığı nazariyel erden farklı görülecek bâzı haberler her iki sahanın ayrılığı neticesid ir. Bu farkı Buhâri 1. bâbda zikrettiği âyetlerde açıkça göstermektedir.

2 Muhâtabların nazarında birşeyin iadesi ihtidasından daha kolaydır. Allah’a göre ise ikisi de kolaylıkta müsavidir (Celöleyn).
Bu âyetteki “Ve huve ehvenu aleyhi” cümlesinde “//«ve” zamirinin mercii. yalnız ikinci hilkat değil, her iki hilkatin herbiri olduğunu er-Rabî’ ibn Huseym ile el-Hasen beyân etmişlerdir. Bunların beyânlarını Taberî senedli olarak ayrı ayrı tarîklerden rivayet etmiştir. Bunlarca “Ehven” kelimesi tafdü değil, sıfatı müşebbehe ma’nâsmadır.

3  Evvelâ unsurlar, sonra insanların gıdalanacağı terkîbler, sonra ahlat, sonra nutfe, sonra kan, sonra bir çiğnem et, sonra kemik ve et, sonra diğer bir inşâ İle tam bir insan olarak yarattık… {el-Hacc; 5; d-Mü’minûn: 12-14). Bu yaratışı, tekrar
Lugûb: Yorgunluk; Etvâran; Tavır tavır, yânî şu tavırda, şu tavırda; Ada tavkahû: Mikdânnı geçti,
demektir 4.
1-…….îmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber’e Temim oğullan’ndan bir cemâat geldi. Peygamber (S) onlara:
—  “Ey Temîm oğulları! Müjdelenin, sevinin!” buyurdu. Onlar:
— Sen bizi müjdeledin. Bize (Beytu’l-Mâl’den dünyalık) atıyye de ver! dediler.
Onların bu hâline üzüldüğünden dolayı Peygamber’in yüzü değişti. Bu sırada Peygamber’in yanına Yemen ehli olan Eş’arî’ler geldi. Peygamber onlara da:
—  “Ey Yemenlile r! Temîm oğullarının kabul etmek istemedik leri o hayır ve saadet müjdesini sizler kabul ediniz!” buyurdu.
Yemenli Eş’arîler de:
— Kabul ettik (esasen huzuruna biz bunun için geldik), dediler. Bunun üzerine Peygamber (S) mahlûkların ve Arş’ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya başladı. Tam bu sırada bir kişi geldi de:
—  Yâ îmrân! Binek deven bağından sıyrılıp kaçtı, dedi. (Ben de deveme bakmak için kalktım.) Keşke (Peygamber’in meclisind en) kalkmasay dim (da O’nun sözlerini işitseydim, demiştir)5.
dirilteceğine bir delildir. îmân ederseniz size dünyâda da âhirette de vakaarh, şerefli mevkiler bahşeder O. Bu “enfusî” delildir, sonra “âfâkî” delile geçiyor (Beydâvî, Nesefî, Celâleyn).

4  Buhârî yukarıda mealleri verilen âyetlere işaret etmiş ve onlardaki bâzı kelimeler in tefsirler ini vermiştir. Fakat Buhârî’nin er-Rûm: 27. âyetinden sonraki âyetlere işareti ve onlardaki bâzı kelimeler e âid açıklamaları adetâ bilmece gibi dar bir ifâde içinde vâki’ olmuştur.

5  Başlığa uygunluğu “Peygamber, mahlûkların ve Arş’ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya başladı” sözündedir.

2-…….Bize Cami’ ibnu Şeddâd, Safvân ibn Muhriz’den tahdîs
;ti. O da İmrân ibn Husayn(R)’ın şöyle dediğini tahdîs etmiştir: Ben işi devemi kapıya bağladım da Peygamber’in huzuruna girdim. Bu rada Peygamber’e Temîm oğullan’ndan birtakım insanlar geldi. Pey-
amber (S) onlara:
—  “Ey Temîm oğulları, müjdeyi kabul edip sevinin!”buyurdu.
Onlar iki kerre:
— Sen bizlere müjde verdin. Bizlere dünyalık atıyye de ver, de-
iler.
Sonra huzuruna Yemen ahâlîsinden birtakım insanlar girdi.
Peygamber:
—  “Ey Yemenlile r, müjdeyi sizler kabul ediniz. Çünkü onu Te-nîm oğulları kabul etmediler” buyurdu.
Yemenlile r:
— Kabul ettik yâ Rasûlallah, dediler ve: Biz Sana bu işten (bu ilemin hâllerinden) soralım diye geldik, sözlerini eklediler .
Rasûlullah şöyle buyurdu:
—  “(Ezelde) Allah vardı ve Allah’tan başka birşey yoktu. Al-ah’ın Arş’ı su üzerinde bulunuyor du. Allah herşeyi (kâinatın tama-
mini) zikrde (mahfuz levh’te) takdir ve tesbıt edip yazdı. Gökleri ve Yer’i yarattı”.
Rasûlullah bunları söylediği sırada bir nida edici:
— Ey Husayn oğlu, dişi deven gitti! diye nida etti.
Ben hemen arkasından gittim. Bir de baktım ki, devemin beri-sindeki serâb onunla aramızı kesiyor (onu görmeme engel oluyordu). Vallahi ben pek arzu ederdim ki, keşke deveyi terketmiş olaydım (da Rasûlullah’ın sözlerini dinlemek fırsatını kaçırmasaydım) 6.
Ve hadîsi» îsâ ibn Mûsâ el-Buhârî (öl. 186), Rakabe ibn Maska-le’den; o da Kays ibn Müslim’den rivayet etti ki, Târik ibn Şihâb şöyle demiştir: Ben Umer ibni’l-Hattâb(R)’dan işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bizim içimizde (yânı minber üzerinde) ayağa kalktı da mah-lûkaatın başlamasından i’tibâren tâ cennetlik lerin kendi menziller ine, ateş ehlinin de kendi menziller ine girinceye kadar herşeyi bizlere haber verdi. Bu haberi ezberleye n ezberledi, unutan da unuttu \

3…….. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S) şöyle buyurdu: “Yüce Allah’ın şöyle buyurur olduğunu düşünüyorum: ‘Âdem oğlu bana noksan sıfat isnâd etti. Hâlbuki ona beni noksan sıfatla vasıflaması yakışmaz. Ve yine Âdem oğlu beni tekzîb eder, hâlbuki

6  Bu da İmrân hadîsinin ziyâdeli olarak gelen başka bir tarîkidir.
Bu hadîsteki “Ve kâne arşuhu ale’l-mâi( = O’nun Arş’ı su üzerinde idi” fıkrası âyetten bir cümledir. Tamamı şöyledir: “O hanginizi n ameli daha güzel olduğu (hususunda) sizi imtihan etmek için gökleri ve Yer 7 altı günde yaratandır, (Bundan evvel ise) Arş’ı su üstünde idi. And olsun ki ‘Ölümden sonra muhakkak yine diriltile ceksiniz * desen kâfir olanlar mutlakaa ‘Bu apaçık bir aldatmada n başka (birşey) değildir’ derler” (Hûd: 7). Bu, “O’nun Arş’ı su üzerinde idi” fıkrasının “Sonra Arş üzerine istiva etti” fıkrası ile birlikte güzel bir tefsîri Hakk Dîni, III, 2171-2186, el-A’râf: 53. âyetinin îzâhmda; keza Hakk Dîni, IV, 2756-2763, Hûd: 7. âyetinin îzâhında verilmiştir.

7  Bu îsâ ibn Mûsâ el-Buhârî hadîsini et-Taberânî de senediyle rivayet etti. Ah-med ibn Hanbel ile Müslim’deki Ebû Zeyd Amr ibn Ahtab el-Ensârî hadîsi bu ma’nâyı daha geniş vermekted ir: “Rasûlullah (S) bizlere sabah namazını kıldırdı ve minbere çıkıp öğle vakti gelinceye kadar hitâb etti… İşte bu hitabeler inde bizlere, olacak olan herşeyi haber verdi. Onları en çok bilenimiz, en iyi ezberleye nimizdir” Müslim, Fiten.., “Peygamber’in kıyamete kadar olacak şeyler hakkında haber vermesi babı”, Müslim Ter., VIII, 421 (25-2892).
beni yalanlama sı ona yakışmaz. Âdem oğlunun beni noksan sıfatla vasıflaması, benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Âdem oğlunun beni yalanlama sı ise, Allah beni ilk yarattığı gibi tekrar yaratacak değildir, demesidir”%.

4-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Allah
halkı yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde olan kitabında ‘Rahmetim öfkeme gâlib olmuştur’ diye yazdı” buyurdu 9.

8  Hadîsin başlığa uygunluğu “Allah beni ilk yarattığı gibi tekrar yaratacak değildir” sözündedir. Bu, putlara tapan ve Öldükten sonra diriltilm eyİ inkâr eden müşriklerin sözüdür.
Bu hadîs, kudsî, ilâhî, Rabbânî hadîs denilen nevi’dendir. Bunlar Kur’ân’-dan sonra ikinci derecede bulunan Allah kelâmıdır. Allah bunun ma’nâsım İlham yoluyla Peygamberİ’ne haber vermiş, O da bu ma’nâyı kendi ibaresiyl e ümmetine tebliğ etmiştir. Bu hadîs müteşâbih hadîslerdendir. Onun için üzerinde çeşitli fikirler ileri sürülmüştür.

9  Başlığa uygunluğu “Allah halkı yarattığı zaman…” sözündedir.
Bu hadîsi Müslim Tevbe Kitâbı’nda; en-Nesâî en-Nuût’ta rivayet etmiştir.
Bâzıları hadîsteki “Fevka”, yânî “Üstünde” sözünü “Baûdeten femâ fevkahâ” (el-Bakara: 26)’da olduğu gibi “Düne ~ Aşağısında” ma’na%mad\x demişlerdir. Bâzıları da bu “Fevk” lâfzı zâiddir, demiştir. “Yanında” sözü de mekânı değil, fakat mahlûklardan gizlenmişliğin kemâline ve idrâk yerinden yüksek oluşunun kemâline işarettir. Tayyîbî dedi ki: Bu hadîs “O rahmeti kendi üstüne yazmıştır…” (el-En’âm: 12>mukaabili üzeredir, yânî gazab ve ikaabm gerektirm esi olarak üzerine terettüb edecek şeyin hilâfına Allah kesin surette kullarına merhamet etme va’dini vâcib kılmıştır.

2- YEDİ KAT YER HAKKINDA GELEN ŞEYLER BABI

Ve Yüce Allah’ın şu kavilleri babı:
“Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış
olandır. Emr, bütün bunların arasında durmadan iner.
Allah’ın (bunları yaratması, O’nun) hakîkaten herşeye
kaadir olduğunu, ilmiyle hakîkaten herşeyi kaplamış
bulunduğunu bilmeniz içindir’3 (et-Taiâk:i2)10.
“Ve’s-$akfî’l-merfû”\ semâ’dır. “Semkehâ”,
“Binâehâ” demektir, orada hâyevân, yânı canlı vardır.
“el-Hubuku”, düzgünlüğü ve güzelliğidir. “Ezinet”,
işitti ve itaat etti demektir. “Attı”, içindeki ölüleri
dışarı çıkardı ve onlardan boşaldı demektir.
“Tahâhâ”, “Dehâhâ” yânî onu yaydı demektir, “es-
Sâhire”, yeryüzü’dür; orada hayevân yânî canlı vardır,
onların uykuları ve uyanıklıkları yeryüzünde olur u.

10  Arz tabakalarının yedi kat olduğu hakkında Kur’ân’da bu âyetten başka âyet yoktur denilmiştir. Fakat hadîslerde Arz’ın yedi kat olduğuna dâir haberler çoktur, bâzıları burada getirilmiştir.

11  Buhârî başlığın bu kısmında şu âyetlere İşaret etmiş ve onlardaki bâzı kelimeler in tefsirler ini vermiştir. Burada verdiği tefsirler hep senedli olarak İbn Abbâs’a dayanmakt adır. Bu âyetler sirasıyle şunlardır:
“And olsun Tür’a, neşredilmiş kâğıdlar içinde yazılı Kitâb% Ma’mûr Ev’e, yükseltilmiş tavana, dolan denize ki, Rabb ‘inin azabı hiç şübhesiz vâki ‘dir, onu def edecek yoktur” (et-Tûr: 1-8);
‘ ‘Sizi tekrar yaratmak mı (sizce) daha güç, yoksa göğü yaratmak mı, ki onu Allah bina etmiştir. Onun boyunu O yükseltti. Derken ona bir nizâm verdi. Onun gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı. Bundan sonra da yeri (İkaamete elverişli bir hâlde) yayıp döşedi. Ondan suyunu, otlağını çıkardı. Dağlan dikti. (Bunları) hep size ve davarlarınıza birer fâide olmak üzere…” (en-Nâziât: 27-33);
“O hareli yollara -veya denge ve güzelliğe- sâhib olan göğe yemîn ederim ki, hakikat siz kat’î ihtilâfa düşen bir söz içindesiniz (bir kelime, bir akîde etrafında toplu değilsiniz)” (ez-Zâriyât: 7-8);
“(And olsun…) göğe ve onu bina edene, Yer’eve onu yayıp döşeyene, her-bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, onu tertemiz yapan muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten ise elbette ziyana uğramıştır” (eş-Şems: 5-10);
“Gök yanldıği, Rabb ‘ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zâten bu dinlemeye ve itaate lâyık olarak yaratılmıştır. Yer uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı (bu hususta da) Rabb ‘ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki Yer zâten buna lâyık olarak yaratılmıştır, (herkes yaptığına kavuşacaktır)” (el-İnşikaak: 1-5).

5-…….Ebû Seleme ile kendi kavminden bâzı insanlar arasında
bir arazî hakkında çekişme meydana gelmişti. Ebû Seleme, Âişe’nin yanına girip bu çekişmeyi Âişe’ye zikretti. Âişe de ona:
— Yâ Ebâ Seleme! Yer(gasbetmek)den sakın! Çünkü Rasûlul-lah (S) “Kim (başkasının toprağına) bir karış mikdârı tecâvüz ederse, o yere kıyamette yedi kat yerden (isabet eden toprak) bu mütecaviz kişinin boynuna halka gibi geçirilir” buyurdu, demiştir 12.

6-…….Bize Abdullah ibnu’l-Mubârek, Mûsâ ibn Ukbe’den; o
da Sâlim’den; o da babası Abdullah ibn Umer’den haber verdi. O şöyle demiştir: Peygamber (S): “Herkim hakkı olmaksızın (başkasına âid) yerden birşey gasbedip alırsa, o aldığı şeyle birlikte kıyamet gününde yedi kat yere batırılır” buyurdu 13.
“Fakat o bir tek haykırıştır. Ki o zaman onlar hemen toprağın yüzündedir-ler” (en-Nâziât: 13-14).

12  Bu hadîste Arz’ın yedi kat olduğunu nâsslaştırma vardır; başlıktan kasdedile n de budur. Bu hadîs Mezâlim Kitâbı’nda da geçmişti.

13  Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bu da değişik sened ile Mezâlim’de geçmişti.

7-…….Ebû Bekre Nufey’ ibnu’l-Hâris es-Sakafî(R)’den tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Zaman (mikyas olan yıl hesabı) A Hah ‘in gökleri ve Yer’i yarattığı gündeki (ilk) hey’etine dönmüştür. (Artık) sene oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkayadır ki, Zu’l-ka’de, Zu’l-hicce ve Muharrem’dir. Dördüncüsü de Cumada’l-âhire ile Şa’bân arasında olarak Mudar kabilesin in ayı olan Receb’dir” 14.
14 Hafız İbn Kesîr şöyle dedi: Buhârî’nin bu hadîsi burada zikr ile maksadı, başlıktaki et-Talâk: 12. âyetinin ma’nâsını takrir etmektir, yânı yedi semâ ve yedi kat Arz olduğunu delilleri dirmektir . Nitekim şimdi ayların sayısı da Allah İn-dindeki ilk kitâbdaki ayların sayısına uygun olarak onikidir. İşte bu, zamandaki uygunlukt ur. Nitekim bu mekân hususunda da bir uygunlukt ur (Kastallânî).
Hadîsteki dört aya Kur’ân’da “el-Eşhuru ‘l-Hurum = Haram aylar” adı verilmiştir ki, bu aylarda harb ve saldırı yasaktır. Arablar Câhiliyet devrinde bu aylardan bâzılarının harâmlığının geri bırakıldığını i’lân ederek kabileler e ve kervanlar a baskın edip çapulculuk yaparlardı. Böyle bâzı ayları geri bırakıp tak-vîm oynamaları yapmaya Kur’ân dilinde “en-Nesi”‘ denilmiştir. Zemahşerî buna bir ayın harâmlığını öbür aya geri bırakmaktır demiş ve şöyle tefsir etmiştir: Bu suretle Arablar, haram aylan halâl sayarlar ve onun yerine halâl ayları haram kılarlardı. Çok defa oniki aya bir, iki ay ziyâde ederek seneyi onüç, ondört ay yaparlardı. Veda Haccı’ndan bir sene önceki Ebû Bekr’in emirliğinde yapılan hacc, Zu’l-ka’de ayında idi. Rasûlullah’ın Veda Haccı ise Zu’1-hicce’ye tesadüf ve tevâfuk etmişti. Bunu Peygamber, Veda Haccı’nda Arafat Dağı’nda deve üzerinde îrâd ettiği hitabesin in bir fıkrasında ifâde etmiş ve nesi’ âdetini kaldırmıştır: “Yıl ve ay hesabi,, Allah’ın gökleri ve Yer’i yarattığı zamanki ilk vaziyetin e dönüp yerini bulmuştur. Sene de oniki aydır…” Bundan önce “Haram ayları geciktirm ek ancak küfürde bir artıştır” (et-Tevbe: 37) âyetiyle de neh-yedilmiş bulunduğundan, bu bâtıl Câhiliyet âdeti tamamen kaldırılmıştır.
Hadîsin sonunda Receb’in Mudar’a nisbet edilmesi, Mudar kabilesin in bu aya diğer aylardan daha fazla hürmet etmesinde ndir. Müşriklerin kendi ayarlarına göre kamerî aylar üzerinde ne gibi cahilane tasarrufl arda bulundukl arını incelemek isteyenle re rahmetli Muhammed Hamdi Yazır’ın Hakk Dîni Kur’ân Dili Tefstrİ’nden okumalarını tavsiye ederim: III, 2521-2541.

8-…….Bize Ebû Usâme, Hişâm’dan; o da babası Urve ibnu’z-
Zubeyr’den; o da Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl(R)’den tahdîs etti ki, Ervâ bintu Ebî Uveys, iddia ettiği bir hakk hususunda, Saîd ibn Zeyd kendisini n hakkını eksiltti diye Medîne Vâlîsi bulunan Mer-vân ibnu’l-Hakem’e şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Saîd: Ben bu kadının hakkından birşey mi eksiltiyo rmuşum? Şehâdet ederim ki, ben Rasûlullah(S)’tan şöyle buyururke n işitmişimdir: “Her kim (başkasına âid) arazîden zalimlikl e bir karış yer alırsa, hiç şübhe yok, kıyamet gününde o arazî parçası yedi kat yerden i’tibâren onun boynuna halka yapılır”.
İbnu Ebi’z-Zinâd, Hişâm’dan söyledi ki, babası Urve şöyle demiştir: Saîd ibn Zeyd bana: Ben Peygamber’in huzuruna girdim… dedi15. Kitâbu BedTl-Halk’ın Devamı Yedinci Cilddedir .
‘Hitamuhu misk” (et-Tatfîf: 26) olması niyâzıyle Altıncı Cildin Sonu

15 Hadîsin sonundaki ta’lîkte Urve’nin Saîd’le buluşmasının beyânı ve bu hadîsi, kendisind en işitmesinin açıkça belirtilm esi vardır. Bu hadîslerde yedi kat Arz’ın isbâtı vardır. Bunlardan herbiri diğerinin üzerinde olduğu kasdedilm iştir. Ah-med ibn Hanbel’deki Ebû Hureyre hadîsinde merfû’ olarak: “Herbir arz ile onu ta’kîb eden arz arasında beşyüz yıllık mesafe vardır” şeklindedir.
Râvî Saîd ibn Zeyd, cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Hz. Umer’-
in amcası oğlu ve aynı zamanda kızkardeşi Fâtıma bintu’1-Hattâb1 in kocasıdır.
İlk Muhacir kaafilesi yle Medine’ye hicret etmiştir. 51 hicret yılında vefat etmiştir.
Bu hadîs Mağâzî’nin sonunda Veda Haccı’nda, bundan daha bütün olarak
gelecekti r inşâallah.

BAB: YILDIZLAR HAKKINDA (GELEN ŞEYLER)

Katâde şöyle demiştir: “Andolsun ki biz Yer’e en yakın olan göğü kandiller le donattık. Bunları şeytânlara
atış taneleri yaptık,.. ** (ei-Mtıik: 5). Allah bu yıldızları üç şey için yarattı: Allah bunları göğe zînet, şeytânlara
atış taneleri ve kendileri yle doğru yol bulunacak alâmetler yaptı. Kim yıldızlar hakkında bundan başka
bir ma’nâya dönerse hatâ etmiş, nasibini zayi’ eylemiş ve bilgisine sâhib olmadığı bir şeyin meşakkatini
üzerine almıştır 16.
16 Katâde’nin bu sözünü Abd İbn Humeyd kendi Tefstr’inde senediyle rivayet et İbn Abbâs: “Heşîmen” (d Kehf:

45), “Mutegayyırân” (yânî değişici); “el-Ebbu” (Abese: 3i) hayvanların yiyeceği şey;
“el-En’âm” (er-Rahmân: 16), “halk” (yânî bütün mahlûklar), “Berzah” (er-Rahmân: 20)
“Hâcib”(yânî perde)dir, demiştir 17.
Mucâhid ibn Cebr: “Elfafen” <en-Nebe’: 16), “Multeffet en”
(yânî birbirine sarmaşmış), “Gulben” (Abese: 30) birbirine
sarmaşmış bol ağaçlı; “Firâşen”, “Mihâden” (yânî döşek) demektir. Yüce Allah’ın “Yeryüzünde sizin için
bir vakte kadar durak ve fâidelenecek şey vardır” (ei-

: 36; ei Araf: 24) kavlinde olduğu gibi (ki, o karar yeri yâhud beşik ma’nâsınadır). “Nekîden” (eiA’râf:58) “Kalîlen” (yânî az) demektir 18.

mistir. Bu âyetin tefsiri hakkında mükemmel ve geniş bilgi edinmek isteyenle re Hakk Dîni Tefsirini tavsiye ederim: VII. 5188-5212.

17  Buhârî âdeti üzere fâide için istitrâden birtakım âyetlerin tefsirini zikretme yolunda yürümüştür. İbn Abbâs’m bu tefsirler i, daha sonraki müfessirler tarafından senedli olarak rivayet edilmiştir;

18  Mucâhid’in bu tefsirler i de senedleri yle rivayet edilmiştir.

4-  GÜNEŞİN VE AY’IN BİR HESÂB İLE (er-Rahmân: 5) SIFATLANIŞLARI(NIN TEFSİRİ) BABI 19
Mucâhid: Değirmenin hesabı gibi (yânî Güneş ve Ay değirmenin hareketi ve konumu gibi) cereyan ederler,
demiştir.
Diğerleri: Bunlar bir hesâb ve geçemeyecekleri birtakım menziller üzere cereyan ederler, demişlerdir.
“Şihâb”ın cem’i “Şuhbân” olduğu gibi “Husbân”, “Hisâb”ın cemâatidir 20.
“Duhâha” (eş-şems: i) “Davuhâ”(yânî aydınlığı)demektir2 1. “en-Tudrikel-kamera.. Ne Güneş’in Ay’a erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Hepsi de birer felekte yüzerler”
{Yâsîn: 40). Mucâhid: Bunlardan birinin aydınlığı, diğerinin aydınlığını örtmez ve bu onlara gerekmez
(yânî onlara sahîh olmaz), demiştir.

“Velâ’lleylu sâbıku’n-nehârı”:… Ne gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Bunlar birbirler ini tekrar
tekrar arka arkaya sür’atle isterler (yânî gece âyeti gündüz âyetinin önüne geçmez). Bunlar iki nûrlandırıcı
âyettirler. “Neslehu”, yâni biz onların birini diğerinden sıyırıp çıkarırız ve onlardan herbirini bir felekte akıtıp
yürütürüz.

“…Vâhiyetun: Gök de yarılmış ve artık o, o gün zayıftır” (d-Hâkkaa: 16); onun zayıflığı varılmasıdır. “Ve’l-meleku ala ercâihâ: Melekler ise onun bucaklarındadır” : i7>; yânî gök yarılmadığı müddetçe melekler

19  Yânî Güneş’le Ay’ın en ince bir hesâb ile mahrek ve medarlarında hareket ve deveran ettikleri nin sıfatını beyân ve tefsir babı.
Buhârî bu başlığı er-Rahmân Sûresi’nin aynı mealdeki beşinci âyetinden almıştır.

20  Mucâhid’in ve diğerlerinin bu tefsirler ini sırasıyle Feryâbî ile Abd ibn Humeyd kendi tefsirler inde rivayet etmişlerdir. Müfessir Mucâhid ile diğer bir kısım âlimler bu âyette Güneş’le Ay’ın şâir seyyarele rle beraber deveranla rının bir değirmene ve daha doğrusu zamânımızdaki makina gelişmelerine göre, hareket tarzı mükemmel bir hesâb ile ayarlanar ak kurulmuş bir makina ve çarklarının birbirine dokunmaksızın ve birbirine karşı bir saniye olsun artık, eksik kaydetmey erek hareket etmesine benzetild iğini bildirmişlerdir.
21  Buradan i’tibâren Buhârî, devamlı âdeti olduğu üzere, bâzı âyetlerde geçen kelime ve ta’bîrlerin tefsirler ini vermekted ir. Bu tefsirler senedli olarak ilk kaynaklarına dayandırılmak suretiyle tefsir kitâblannda rivayet edilmişlerdir. Bunları geniş şerhlerde görmek her zaman mümkin ve kolaydır.
semânın iki tarafinda dırlar. Bu senin “Kuyunun etrafı
üzerinde” sözün gibidir.

“Ve ağtaşa leylehu: Onun gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı”1 (en-Nâziflt: 29); “Felemmâ cenne aleyhVl-leylu: İşte o üstünü gece bürüyüp örtünce… ” (ei-En’âm: 76); bu iki
yerde de ma’nâ “karanlık basınca” demektir. el-Hasen dedi ki: “İzâ’ş-şemsu kuvvirat – Güneş
toplanıp durulduğu zaman”” (et-Tekvîr: d, dürülüp toplanır, nihayet ışığı gider, demektir. “Ve’l-leyli ve mâ veseka ve ‘l-kameri izâ H-teseka = O geceye ve onun derleyip
topladığı şeye, toplu bir hâle geldiği (nuru tamamlandığı) zaman Ay’a yemîn ederim ki… ” (ei-inşikaak:

16-17). Burada “Veseka”, debelenen nevVden her şeyi  topladığı; “Itteseka” da dümdüz olduğu zaman
demektir.

“Tebârekellezî ceale IVs-semâi burûcen = Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve nurlu bir ay
barındıran Allah’ın sânı ne yücedir” (ei-Farkaan: 6i). Burada burçlar, Güneş’in ve Ay’ın menziller idir.
“Velâ’z-Zillu vel-harûr = Gölge ile sıcak bir olmaz”
(Fâtır: 21)

Hasen bunu, Güneş’le beraber gündüzleyin olacak sıcak ile tefsir etti. İbn Abbâs: “//arar” geceleyin; “Semûm”, samyeli azabı (et-Tûn 27), gündüzleyindir,dedi. “Yûlicu’n-nehâra fVl-leyl” (ei-Hacc; 6i), yânı gündüzü geceye girdirir ki, bu “Yukevviru” yânı “Gündüzü gecenin içine dürer” demektir. “Velîceten”, birşeyin içine girdirdiğin herbir şeydir 22.

22 Bu son tefsir ile et-Tevbe: 16. âyetteki “Velîce” lafzını kasdediyo r ki, ma’nâsı şudur: “Yoksasiz (kendi hâlinize) bıraküıv•ereceğinizi, içinizden cihâdedenleri; Allah ‘tan, Rasûlü ‘nden ve mü ‘mirilerde n başkasını sır dostu edinmeyen leri Allah Un bilmediğini (O’nun uğrundaki fedâkârlıklarınızın mükâfâtsiz kalacağını) mı sandınız? Allah, ne yaparsanız hepsinden haberdârdır”. Ma’nâ, müslümân-lardan olmayan hiçbir velî edinmeyin, demektir (Kastallânî).

9-…….Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) güneş battığı zaman bana:
“Güneş nereye gider, bilir misin?” diye sordu. Ben:
—  Allah ve Rasûlü en bilendir, dedim., Rasûlullah şöyle buyurdu:
—  “Güneş gider, tâ Arş’ın altında secde eder (âdetince doğudan doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu taraftan doğar. Bununla beraber insanların günahlıları üzerine doğmayı fena görür). Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabul olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar. İşte bu Yüce Allah’ın şu kavii(nin ma’nâsı)^: Güneş de kendi karargâhında (yörüngesinde devam üzere) cereyan etmektedi r. (Güneşin en ince bir hesâb üzere) bu yürüyüşü mutlak gâlib, herşeyi hakkıyle bilen Allah’ın takdiridi r!” (Yâsîn: 38)23.

23 Başlığa uygunluk yönü, Güneş’e arız olup duran sıfatlar nev’inden zikroluna n şeylerdir. Güneş’in Arş’ın altında secde etmesi keyfiyeti ni sarihler, secde, kasd ve irâdeye bitişik bir fiil olduğundan inkıyâddan kinaye olmak üzere tercih etmişlerdir. Nitekim Kur’ân’da herşeyin, hattâ gölgelerinin bile secde ettiği haber verilmekt edir: er-Ra’d: 15, en-Nahl: 48. Şâh Vdiyyulla h da şöyle demiştir: Her nevi* mevcudun kendi yaratılışına göre bir secdesi ve Allah’a karşı bir ubudiyet arzetmesi vardır. Gölgenin secdesi yere düşmesidir. Güneşin secdesi de istivadan guruba meylidir. . (Feyzu’l-Bârî).
“Güneşin cereyanını, yalnız onun mekânda hareketi diye anlamamalı, mekânda ve zamanda bi’1-cümle eserleri ve vaziyetle riyle vucûdda tevalisi ma’nâ-sına anlamalıdır. Meselâ ziya ve hararet neşri de onun bir cereyanıdır. “Mustakarr” mimli masdar, zaman ve mekân ismi olabildiği, “lâm” ile de birkaç ma’nâya gelebildiği cihetle, bu İfâde birçok ma’nâya sâdıktır: Evvelâ, Güneş, kendisi için takdîr ve tahsis edilmiş bir istikrar sebebiyle, yânî sabit bir karar, muntazam bir kaanûn ile cereyan eder. Hesâbsız, serserî, kör bir tesadüfle değil. Saniyen bir istikrar için, yânî kendi âleminde bir karar ve denge husule getirmek hikmet ve gayesiyle; yâhud nihayet bir sükûna erip durmak için cereyan eder. Üçüncü olarak, mekân ismi olduğuna göre, kendine has bir istikrar mahalline mahsûs, yânî yerinde sabit olarak cereyan eder. Mihverind e döner, yâhud kendisini n karargâhı olan âlemin menfâatleri için cereyan eder…” (Hakk Dîni, V, 4029-4031).

10-…….Bize Abdullah ed-Dânâc -Farsça’dır, ma’nâsı “âlim”
demektir- tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrah-mân, Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber(S): “Güneş ve Ay kıyamet gününde (ziyaları sönüp birbiri içine) dürülürler” buyur-

11-…….Bana Amr ibnu’l-Hâris haber verdi ki, Abdurrahmân
ibnu’l-Kaasım, babası el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr’den; o da Abdullah ibn Umer(R)’den söylemiştir. Abdullah ibn Umer, Pey-gamber(S)’in şöyle buyurduğunu haber verir idi: “Şübhesiz ki Güneş ile Ay, hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı tutulurla r. Lâkin bunlar Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Tutuldukl arını görünce hemen namaza durun”25.

12-……. Abdullah ibn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber (S):
“Şübhesiz ki, Güneş ile Ay Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar bir kimsenin ölümü veya hayâtından dolayı tutulmazl ar. Siz bu tutulmayı gördüğünüz zaman Allah’ı zikredini z” buyurdu.

24  Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü Güneş ve Ay’ın dürülmesi, bunların sıfatlanndandır.

25  Başlığa uygunluğu, Güneş’e ânz olan kusûf ve Ay’a ânz olan husufun, bunların sıfatları olması yönündendir.

13-…….Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Güneş
tutulduğu gün kıyama durup tekbîr aldı ve uzun bir kıraat yaptı. Sonra uzun bir rükû’ yaptı. Sonra başım rukû’dan kaldırıp Semiallâhu li-men hamidehu dedi. Ve secdeye gitmeden olduğu gibi yine kıyam yaptı ve burada uzun bir kıraat daha yaptı. Bu kıraat birincisi nden daha kısa idi. Sonra uzun bir rükû’ daha yaptı, fakat bu rükû’, birinci rukû’dan kısa idi. Sonra uzun bir secde yaptı. Sonra ikinci rek’atin içinde de birinci rek’atte yaptığı gibi yaptı. Sonra Güneş açılmış olduğu hâlde selâm verdi. Bunun ardından insanlara karşı hutbe yaptı da Güneş’in ve Ay’ın tutulmala rı hususunda: “Bunlar Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiçbir kimsenin ne ölümü, ne de hayâtı için tutulurla r. Sizler bu ikisini tutulmuş gördüğünüz zaman hemen namaza iltica ediniz” buyurdu.

14-…….Bana Kays ibn Ebî Hazım, Ebû Mes’ûd(R)’dan tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Güneş ile Ay hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı tutulurla r. Lâkin bunlar Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Tutuldukl arını görünce hemen namaza durun”26.

26 10 rakamlı Ebû Hureyre hadîsinden sonra, Buhârî, meşhur Güneş ve Ay tutul-

5- YÜCE ALLAH’IN ŞU KAVLİ HAKKINDA GELEN ŞEYLER BABI: “0, rahmetini n Önünde rüzgârları bir müjdeci olarak gönderendir… ” (el-Furkaan: 48).

“Levâkıha” (ei-Hıcr: 22), “Lahika” ve “Lâhık”ın cem’idir ki, aşılayıcı demektir. “Melâhıka”nın müfredi
“Mulhıka’Mır.

*I*sârun” (d Bakara: 266), taş fırlatan bora ki, yerden göğe doğru eser, direk gibi olur, içinde ateş vardır.
‘Rîhun fihâ sırrun” (Âiu imrân: in), şiddetli soğuk rüzgâr; “Nuşuren” (ei-Furkaan: 48), yayılıcı, dağınık, demektir2 7.

15-…….Mucâhid’den; o da İbn Abbâs(R)’tan tahdîs etti ki, Pey-
ması hadîsini ayrı ayrı dört sahâbîden getirmiştir. Bu hadîs Güneş ve Ay Tutulması Namazı Kitâbı’nda da geçmiş idi. Buradaki başlık ile ilgileri açık bulunduğu için bâzı iâfiz ve sened farklarıyle tekrar getirilmişlerdir. 27 Buhârî bu başlıkta rüzgârların yaratılışlarını ve nevi’Ierinİ işaret ediyor. Ve bu vesile ile bâzı âyetlerde geçen lâfızların tefsirler ini veriyor. Burada işaret edilen âyetlerin meallerin i verelim:
“Biz aşılayıcı rüzgârlar gönderdik. Gökten de su indirip onunla sizleri suvardık. Bunların hazinedar ları da siz değilsiniz” (el-Hıcr: 22): Muvafık rüzgârların dişi nebatları erkek nebatlarl a aşıladığı hakikati ilmin son keşiflerinden1 olduğu hâlde, bunu Allah ondört asır evvel Peygamber i’ne haber vermiştir. Bu da Kur’ân’ın mu’cizelerin dendir (H.B. Çantay).
“… Derken o bahçeye, içinde ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanı-versin? (Bunu arzu eder mi?) İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz” (el-Bakara: 266).
“Onların bu dünyâ hayâtında hare edegeldik lerinin misâli, kendileri ne zulmeden bir kavmin ekinlerin i vurup da mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın hâli gibidir. Onlara Allah zulmetmed i. Fakat kendileri kendileri ne zulmediyo rlar” (Âluîmrân: 117). Sondaki “Nuşuren” kelimesi, baş taraftaki el-Furkaan: 48. âyetinde bir kıraat farkını göstermektedir. “Nuşûr”un cem’idir.
gamber (S): “Ben sabâ rüzgârı ile yardım olundum. Âd kavmi de de-bûr yeli ile helak edildi” buyurmuştur 28.

16-…….Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gökyüzünde yağışlı sanılan bir bulut görünce ona karşı durur, geri döner (evimizin içine) girer, çıkardı. Ve (bu karanlık buluttan ümmete bir âfet erişmesinden endîşe ederek) yüzü(nün rengi) değişirdi.Gök yağmur yağdırınca da Peygamber’den bu endîşe açılır giderdi. Âişe bunun sebebini Peygamber’den öğrenmek istedi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: “Ne bileyim? Belki bu kara bulut bir kavmin dediği gibi (bir azâb) olur (Kur’ân’da şöyle hikâye olunmuştur): Artık vaktâ ki onu, vadilerin e doğru gelen bir bulut hâlinde görmüşlerdi. Dediler ki: Bu, bize yağmur verici buluttur. (Hûd:) Hayır, bu çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydir; bir rüzgârdır ki, onda elem verici bir azâb vardır. O, Rabb ‘imin emriyle her şeyi helak edecektir (dedi). İşte onlar o hâle geldiler ki, meskenler inden başka birşey görünmez oldu. İşte günahkârlar güruhunu biz böyle cezalandırırız” (ei-Ahkaaf: 24-25)29.

28  Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü hadîs, rahmet rüzgârını içine almaktadır.

29 Başlığa uygunluğu rüzgâr ve rüzgârın getireceği yağmurun zikrini şâmil olması yönündendir. Buradakil erden önceki birkaç âyet şöyledir:
“Âd*m biraderin i -ki ondan evvel de, ondan sonra da birçok paygamber-ler gelip geçmişti- hatırla. Hani o, Ahkaaf’daki kavmim ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Hakikat ben üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyoru m’ diye tehdîd etmişti. Dediler ki: ‘Sen bize, bizi tanrılarımızdan döndürmen için mi geldin? Öyleyse bizi tehdîd etmekte olduğun şeyi, eğer doğru söyleyenlerden isen getir bize!. (Hûd) dedi: Bunun ilmi ancak Allah nezdinde-dir. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Bununla beraber ben sizi bilmezler güruhu olarak görmekteyim” (el-Ahkaaf: 21-23).
Diğer sûrede de Âd kavmi hakkında şöyle buyurulmuştur: ‘ ‘Âd ‘a gelince: Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: ‘Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş?’ dediler. Onlar kendileri ni yaratıp durmakta olan Atlah’i -ki O, bunlardan pekçok kuvvetlid ir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim mu ‘cizelerim izi bilerek inkâr ediyorlar dı. Bundan dolayı biz de dünyâ hayâtında zillet azabını kendileri ne taddırmamız için, uğursuz uğursuz günlerde

6- ALLAH’IN SALAVÂTI ÜZERLERİNE OLSUN, MELEKLERİN ZİKRİ BABI 30

Ve Enes şöyle dedi: Abdullah ibn Selâm, Peygamber’e: Şübhesiz meleklerd en Cibril aleyhi’s-
selâm Yahûdîler’in düşmanıdır, dedi31. İbn Abbâs da: “Biziz o saff saff dizilenle r mutlak bizi”
(es sâffât: 165); bunlar meleklerd ir, demiştir 32.
üzerlerine çok gürültülü bir bora gönderdik. Ahiret azabı elbet daha horlayıcı-dır. Onlara yardım da olunmaz” (Fussikt: 15-16).

30  Buhârî bu bâbda melekleri n me’mûr oldukları hilkat vazifeler ine ve nevi’lerine âid hadîsleri getirmiştir.
Sünnet ehli âlimlerinin cumhuru melekleri latîf ve muhtelif şekillere girebilir kaabiliye tte nûrânî cisimlerd ir; meskenler i de göklerdedir diye ta’rîf etmişlerdir. Muhakkak âlimler de melekleri n cisim değil, en latîf bir cevher olduğunu; aklı, nutku hâiz olup şehvet ve gadab gibi beşerî ihtirasla rı doğuran sıfatlardan uzak bulundukl arını; yemeleri, içmeleri Allah’ı tesbîh, takdîs ve zikrden ibaret olduğunu kaydetmişlerdir.
Melekler me’mûr oldukları vazifeler e göre birtakım nevi’Iere ayrılmışlardır. Sayılarını ise Allah bilir. En büyükleri dörttür: Cebrâîl, Mîkâîl, Azrâîl, İsrafil’dir. .. “…O ateşin üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı (me’mûr) melekler vardır ki, onlar Allah ‘in kendileri ne emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye Be me’-mür edilirler se yaparlar” (et-Tahrîm: 6).

31  Buhârî, Enes’in bu hadîsini Peygamber’in Hicreti bölümünde senediyle getirdi. Yahûdîler’in de Cibril’e düşmanlıkları el-Bakara: 97-98. âyetlerde haber verilmiştir: ”De ki: Kim Cebrail’e düşman olursa (kahrından gebersin). Çünkü kendileri nden evvelki kitâbları tasdik edici ve mü ‘minler için hidâyet ve müjde olan Kur’ân U Allah ‘tn izni ile senin kalbinin üstüne o indirmiştir. Kim Allah ‘a, melekleri ne, peygamber lerine, Cebrail’e, Mîkâîl’e düşman olursa şübhesiz Allah da o (gibi) kâfirlerin düşmanıdır”.

32  İbn Abbâs’m bu sözünü et-Taberânî senedli olarak rivayet etmiştir. Yânî: Saff-lar hâlinde namaz kılanlar (Celâleyn).

17-Bize Hudbe ibnu Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde’den tahdîs etti. H ve bana Halîfe ibn Hayyât şöyle dedi: Bize Yezîd ibnu Zuray’ tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn Ebî Arûbe ile Hişâm ed-Destevâî şöyle dediler: Bize Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Bize Enes ibnu Mâlik tahdîs etti ki, Mâlik ibn Sa’saa (R) şöyle demiştir: Peygamber(S) şöyle buyurdu:
“Bir kerresind e ben Beyt’in (yânı Ka’be’nin) yanında uyurla uyanık arası bir hâlde bulunuyor dum”. Peygamber burada iki kişi arasındaki adamı (kasdedere k) zikretti ve şöyle devam etti; “Derken bana içine hikmet ve imân doldurulm uş altından bir tas getirildi . Göğüsten karnın alt tarafına kadar yarıldı. Sonra karın Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra hikmet ve îmân ile dolduruld u. Ve bana katırdan küçük, eşekten büyük beyaz bir hayvan getirildi ki, o Burak’tır. Akabinde ben Cibril’in beraberin de gittim. Nihayet alt semâya vardık.\
— Kim o? denildi.
—  Cibril’dir, dedi.
—  Yanındaki kimdir? denildi. Cibril tarafından:
— Muhammed’dir, diye cevap verildi.
— Ona buraya gelsin diye (da’vet) gönderildi mi? diye soruldu. Cibril:
— Evet, dedi.
— Merhaba gelen Zât’af Bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi.
Müteakiben Âdem ‘in yanına geldim ve ona selâm verdim. O da:
—  Merhaba sana, Oğul ve Peygamber! dedi. Akabinde ikinci semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
—  Cibril’dir, dedi.
—  Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed(S)’dir, dedi.
—  Ona (gelsin diye) haber gönderildi mi? denildi. Cibril:
— Evet gönderildi, dedi.
— Merhaba O’na -hoş geldi, safa geldi- ve bw gelenin gelişi ne güzeldir! denildi.
Akabinde ben îsâ ve Yahya (Peygamber lerin) yanına vardım. Onlar:
—  Merhaba sana, kardeş ve Peygamber! dediler. -Sonra üçüncü semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
—  Cibril’dir, dedi.
—  Beraberin deki kimdir? denildi. Cibril:
—  O Muhammed’dir, dedi.
—  Ona (vahy ve mi’râc da’veti) gönderilmiş midir? denildi. Cibril:
— Evet (gönderilmiştir), dedi.
— Merhaba O’na ve bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi. Akabinde ben Yûsuf’un yanına vardım ve ona selâm verdim. O
da:
— Merhaba sana bir kardeşten ve peygamber den! dedi. Sonra dördüncü semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
—  Cibril’dir, denildi.
—  Beraberin deki kimdir? denildi. Cibril tarafından:
— Muhammed’dir, denildi.
—  Ona (mi’râc da’veti) gönderilmiş midir? denildi. Cibril:’
— Evet, gönderilmiştir, dedi.
— Merhaba gelen Zât’a ve bu gelenin gelişi ne güzeldir! denildi. Ben îdrîs Peygamber’in yanına vardım ve ona selâm verdim. O
da:
—  Bir kardeş ve bir peygamber den merhaba! dedi. Sonra beşinci semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
—  Cibril’dir, dedi.
—  Beraberin deki kimdir? denildi.
— Muhammed’dir, denildi.
—  Ona da’vet gönderilmiş midir? denildi.
Cibril:
— Evet (gönderilmiştir), dedi.
—  Merhaba O’na ve bu gelen Zât ne güzel yolcu! denildi. Akabinde biz Harun’un yanına geldik. Ben ona selâm verdim.
O da:
— Merhaba sana bir kardeş ve bir peygamber den, dedi. Sonra altıncı semâya vardık.
— Kimdir o? denildi.
—  Cibril’dir, dedi.
—  Beraberin deki kimdir? denildi.
— Muhammed’dir, denildi.
— O’na (da’vet) gönderilmiş midir? Bu gelen kişiye merhaba ve O’nun bu gelişi ne güzeldir! denildi.
Akabinde ben Musa’nın yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
—  Bir kardeşten ve bir peygamber den sana merhaba! dedi. Ben Musa’yı bırakıp geçince Mûsâ ağladı. Musa’ya:
—  Seni ağlatan nedir? denildi: Mûsâ:
—  Yâ Rabb! Benden sonra peygamber gönderilen bu genç ki, O’nun ümmetinden cennete girecekle r benim ümmetimden girecekle rden daha faziletli dir (de ona ağlıyorum)! dedi.
Sonra yedinci semâya vardık.
—  Kimdir o? denildi.
—  Cibril’dir, dedi.
—  Yanındaki kimdir? denildi.
— Muhammed’dir, denildi.
— O’na da’vet gönderilmiş midir? Bu gelen Zât’a merhaba, bu gelen kişi ne güzel yolcu! denildi.
Akabinde ben İbrahim Peygamber’in yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
—  Bir oğul ve peygamber, merhaba sana! dedi.
Sonra bana el-Beytu’l-Ma’mûr gösterildi. Ben Cibril’e bunu sordum. Cibril:
— Bu el-Beytu’l-Ma’mûr’dur, her gün onun içinde yetmişbin melek namaz kılar, bundan çıktıkları zaman artık bu onların son girişidir, bir daha oraya dönmezler, dedi.
Bana Sidretu’l-Muntehâ da gösterildi. Bir de gördüm ki, sidre ağacının yemişleri sanki Yemen ‘in Hecer şehri testileri gibi; yaprakları ise fillerin kulakları gibidir. Sidre ‘nin dibinde dört nehir vardır: İki bâtın nehir, iki zahir nehir. Ben Cibril’e bunları sordum. Cibril;
— Bâtın olan iki nehir cennetted ir. Zahir olan iki nehir ise Nîl ile Furât nehirleri dir, dedi.
Sonra benim üzerime (her gün) elli namaz farz kılındı. Ben bunları kabul ettim ve Musa’ya geldim. Mûsâ:
— Ne yaptın? dedi.
—  Üzerime elli namaz farz olundu, dedim. Mûsâ:
— Ben insanları senden daha iyi biliyorum; ben îsrâîl oğullarını sıkı bir denemeye tâbi’ tuttum. Senin ümmetin her gün elli namaza takat getirmez. Onun için Rabb’ine dön de hafifletm esini iste, dedi.
Ben de döndüm ve hafifletm eyi istedim. Rabb’im namazları kırk yaptı. Sonra evvelki gibi Mûsâ ‘ya; akabinde Rabb ‘ime gidip yine hafifletm e istedim. Sonra Rabb’im namazları otuz yaptı. Sonra yine bundan önceki gibi Musa’ya;akabinde Rabbi’me gidip hafifletm e istedim. Bu sefer Rabb’im namazları yirmi yaptı. Sonra yine Musa’ya ve akabinde Rabb ‘ime gidip hafifletm e istedim. Bu sefer Rabb ‘im namazları on yaptı. Sonra Musa’ya geldim. O da yine hafifletm e istememi söyledi. Bu sefer Rabb’im namazları beşyaptı. Akabinde Musa’ya geldim. Mûsâ:
— Ne yaptın? dedi.
— Rabb’im namazları beş yaptı, dedim.
Mûsâ önceki gibi yine hafifletm e istememi söyledi. Ben Musa’ya:
— Hayırla selâmette kal (ben bu beşi kabul ediyorum), dedim. Akabinde Allah tarafından:
— Ben beş vakit namazla farizamı imza ve infaz ettim ve kullarımdan fazlasını hafiflett im; ben güzelliği on kat ile karşılarım! diye nida olundu’3.
Ve Hemmâm ibn Yahya, Katâde’den; o da el-Hasen’den; o da Ebû Hureyre’den; o da Peygamber’den el-Beytu’l-Ma’mûr hakkında ayrı hadîs söyledi33.

33 Bu Mi’râc hadîsinin başlığa uygunluğu, Mi’râc’ın Cibril’in beraberin de vâki’ olmasıdır. Buhârî bu hadîsi farklı senedler ve bâzı lafız farklarıyle dört yerde getirmiştir: Namaz Kitâbı’nm başında; Allah’ın Mahlûkları İlk Yaratışı’nda; el-Enbiyâ’da: Mi’râc’da.

18-…….Abdullah ibn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Kendisi sâdık ve masdük (yânı: kendisi doğru söyler ve kendisine de doğru bildirili r) olduğu hâlde, bize Rasûlullah (S) tahdîs edip (insanın yaratılması tavırlarından) şunları söyledi:
“Sizin herbirini zin yaratılması (yaratılma başlangıcında) ana baba maddeleri kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (yânî kırk gün içinde) katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem et olur. Sonra (dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir melek gönderir de tekâmül eden o bir çiğnem ete şu dört kelime(y\ yazması) emrolunur: Onun işini, rızkını, ecelim, şakiyâhud saıd olduğunu yaz! denilir. Sonra ona rûh üflenir (cenîn canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyâda) iyi iş yapar, nihayet kendisiyl e cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir, yazısı o kişinin önüne geçer (yânî onu önler). Bu defa o kişi cehenneml iklerin işini yapmağa başlar (da cehenneme girer). Sizden bir kişi de kötü iş yapar. Nihayet kendisiyl e cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) o yazı önüne geçer (yânî onu
Müslim, îmân Kitâbı’nda farklı senedleri ve lafızlarıyle getirmiştir: Müslim Tercemesi ., I, 219-230.
Buhârî hadîsin sonundaki isnâdla Saîd ibn Ebî Arûbe ve Hişâm ed-Destevâî’nin el-Beytu’1-Ma’mûr kıssasını, el-İsrâ kıssası içine girdirdik lerini; doğru olan ise Hemmâm ibn Yahya’nın bir rivayeti olduğunu, çünkü Hemmâm’ın bu kıssayı el-İsrâ kıssasından ayrı rivayet ettiğini bildirmek istemekte dir… (Kas-tallânî).
Peygamber’in Mi’râcı’na Kur’ân’da şu âyetlerde işaret edilmiştir: el-İsrâ: 1; en-Necm: 5-18.

önler). Bu defa o kişi cennet ehlinin (hayırlı) emelini yapar (cennete girer)”34.

19-…….Bana Mûsâ ibnu Ukbe haber verdi ki, Nâfi’ şöyle demiştir: Ebû Hureyre, Peygamber’den söyledi.
Ve Ebû Âsim ed-Dahhâk ibivMahle d, Mahled ibn Yezîd’e mu-tâbaat etti ki, İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi’den; o da Ebû Hureyre’den; o da Peygamber’den haber verdi. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
“Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril’e:
— Allah fulânı seviyor, onu sen de sev! diye nida eder. Cibril de o kulu sever. Akabinde Cibril gök ahâlîsine;
— Allah fulân kulu seviyor, onu siz de seviniz! diye nida eder.
Gök ahâlîsi de o kimseyi sever. Sonra yerde(ki insanların gönlüne) o kimse lehine kabul ve sevgi konulur (da onu tanıyan müslümânlar tarafından sevilir)” 35.

34  Hadîsin başlığa uygunluk noktası, bir kısım melekleri n beşerin mukaddera tını, saadet ve şakaavetini yazmaya me’mûr olduklarının bildir ilmesidir .
Beşerin yaratılma safhaları Kur’ân’da da bildirilm iştir: “Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık. Sonra onu sarp ve metîn bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemiklere kalbettik de o kemiklere de et giydirdik . Bilâhare onu başka yaratılışla inşâ ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah ‘in sânı (bak) ne yücedir. Sonra siz bunun arkasından hiç şübhesiz ki ölüler (olacaksınız). Sonra siz kıyamet gününde muhakkak diriltili p kaldırılacaksınız” (el-Mü’minûn: 12-16).
Bu âyetlerin tefsîri Hakk Dîni Kur’ân Dili’ndtn okumağa değer: IV, 3430-3437; VII, 5702-5728.

35  Hadîsin başlığa uygunluk noktası Yüce Allah’ın Cibril’e nida edip gök ve yer ahâlîsine emr ve tebliğ ulaştırmakta vâsıta olarak kullanmasıdır.
Buhârî hadîsi burada biri ulaştırılmış, biri ta’lîk edümiş olarak iki senedle

20-…….Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)’t şöyle derken işittim: “Melekler Anan içine -ki o buluttur- inerler de gökte kaza ve hükmolunan emri (istikbâle âid bâzı şeyleri kendi aralarında) zikrederl er. Bu sırada şeytânlar (bu haberi) kulak hırsızlığı yapar ve onu işitirler. İşittiklerini de kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Kâhinler, şeytânlardan işittikleri kelimeler le beraber yüz yalan da kendi nefisleri nden uydururla r” *6.
getirmiştir. Hadîsi burada muallak senedin lafzı üzere sevketmiştir. Bu da Ebû Âsim’m nıutâbaasıdır. Buhârî bu ta’lîki Edeb’de, Amr ibn Alî’den; o da Ebû Âsım’dan senediyle mevsûl olarak getirmiştir. İşte bu, Buhârî’nin şeyhlerinin bir kısmından kendi yanında tek vâsıta ile olan hadîsi bazen ta’lîk etmekte olduğuna istidlal edilen yerlerden biridir. Çünkü Ebû Âsim, Buhârî’nin şeyhle-rindendir.
el-lsmâîlî nüshasında İbn Cureyc’den olmak üzere Ravh ibn Ubâde şu ziyâdeyi, yânî hadîsin devamını getirmiştir:
“Allah bir kişiye buğz edince Cibril’e:
— Ben fulân kişiyi sevmiyoru m, onu sen de sevme! diye emreder. Cibril de onu sevmez. Sonra Cibril de gök ahâlîsine:
— Allah fulân kişiyi sevmiyor, siz de onu sevmeyini z! der.
Göktekiler de o kimseyi sevmezler . Sonra yerdeki insanların gönlüne (Allah tarafından) o kimse hakkında bir nefret konulur (da müslümânlar arasında sevilmez)”.
Hadîsin birinci fıkrası “Müslümânlar arasında sevimli olan her kişi Allah yanında da sevimlidi r” umûmî hükmünü; ikinci fıkra ise bunun zıddı olan “Müslümânlarca sevilmeye n, nefret edilen her kişi Allah yanında da sevilmez” umûmî hükmünü ifâde etmektedi r (ibn Hacer, Aynî, Kastallânî). 36 Başlığa uygunluğu, melekleri n ilâhî işlerde kullanılmaları hususudur .
Kâhin, falcıya ve bakıcıya denir. Bu zamanlard a olduğu gibi, İslâm’dan
evvel kâhinler istikbâle âid bâzı şeyler haber verirler ve kâinatın sırlarına vâkıf
olduklarını iddia ederlerdi . Peygamber’in gelmesi üzerine gökyüzü melekleri n
.   koruması altına alınmış, şeytânların haber alma kapıları kapanmıştır. Kur’ân’-
da şeytânların semâdan kovulup uzaklaştırılmaları şöyle bildirilm iştir:
“Hakikat biz en yakın göğü bir zînetle, yıldızlarla süsledik. {Onu itâattan çıkan) her mütemerrid şeytândan koruduk. Ki onlar mele-i A ‘lâ ‘ya kulak verip

21-…….Bize İbn Şihâb, Ebû Seleme ibn Abdirrahmân ibn AvP-
tan ve el-Agarr Selmân el-Cuhenî’den; onlar da Ebû Hureyre’den tah-dîs ettiler ki, o şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Cumua günü olunca mescidin kapılarından herbir kapıda melekler bulunur. Onlar mescide ilk gelenleri (birinci, ikinci, üçüncü diye) sırasıyte yazarlar. İmâm minbere oturunca sahîfeleri dürerler ve safflar arasına gelip zikri (yânî hutbeyi) dinlerler” ^.

22-……. Bize ez-Zuhrî tahdîs etti ki, Saîd ibnu’l-Müseyyeb şöyle
demiştir: Bir kerre Hassan ibn Sabit mescidde şiir okuduğu sırada Umer mescide uğradı. (Hassân’ın mescidde şiir okumasını çirkin gördü.) Bunun üzerine Hassan:
— Ben vaktiyle bu mescidde senden daha hayırlı olan Zât hâzır iken de şiir okur idim, dedi.
Sonra Hassan, Ebû Hureyre’ye döndü ve:
— Allah aşkına sana sorarım: Rasûlullah’ın Hassân’a: “Haydi sen de benim tarafımdan (müşriklere) cevâb ver! Yâ Allah, onu
dinleyeme zler, her yandan kovularak atılırlar. Onlar için (âhirette de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır. Meğer ki içlerinden bir çalıp çarpan olsun. Fakat onu da delip geçen bir alev ta’ktb etmiştir” (es-Sâffât: 6-10).

37 Başlığa uygunluğu yine birtakım yazıcı meleklere cumuaya gelenleri, geliş sırasına göre yazma vazifesi verilmiş olmasıdır.
Bu hadîs daha geniş olarak Cumua Kitâbı’nda değişik bir senedle geçmişti.
Rûhu’l-Kudüs ile kuvvetlen dir!” derken işittin mi? diye sordu.. O da; — Evet (işittim), diye doğruladı 38.

23-…….Bize Şu’be, Adiyy ibn Sabit’ten tahdîs etti ki, el Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hassân’a hitaben: “Sen de müşrikleri hicvedip kötüle yâhud onların hicivleri ne karşılık ver, Cibril de seninle beraberdi r” buyurdu 39.

24-…….Bize Cerîr ibn Hazım tahdîs etti. H ve yine bize İshâk
ibn Râhûye tahdîs edip şöyle dedi: Bize Vehb ibn Cerîr haber verip şöyle dedi: Bize babam Cerîr ibn Hazım tahdîs edip şöyle dedi: Ben Humeyd ibn Hilâl’den işittim ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: (Rasûlullah, Kurayza oğullan yurduna sefer ettiğinde melekler de iştirak etti.) Ben Ensâr’dan Ganm oğullan sokağında yükselen bir tozu bugün bile görür gibiyim.
Râvî Mûsâ ibn îsmâîl, Mağâzî’deki kendi rivayetin de şunu ziyâde etmiştir: Enes: Ben Cibril’in melâike cemâatinin Ganm oğullan sokağından geçtikleri sıra yükselen tozunu bugün bile görür gibiyim, demiştir 40.

38  Hadîsin başlığa uygunluğu Rûhu’l-Kudüs sözündedir, çünkü o Cibril’dir.
Peygamber’in Hassân’a bu emri vermeleri, müşriklerin Peygamber’i ve sa-hâbîlerini hicvetmey e başlamaları üzerinedir. Bu hicivler o devirde zamanımızın propagand aları kadar siyâsî ehemmiyet i hâizdir.

39 Başlığa uygunluğu “Cibril de seninle beraberdi r” sözündedir.

40  Uygunluk ikinci tarîkteki “Cibril’in melâike cemâatini…” sözlerindedir.
Mevkıb, bir yürüyüş nev’i, süvariler cemâati yâhud mülâyemetle yürüyen binekler cemâati ma’nâlarına gelir.
Bu hadîs Mağâzî Kitâbı’nda Kurayza seferi babında da gelecekti r.

25-…….Urve ibnu’z-Zubeyr’den; o da Âişe(R)’den tahdîs etti
ki, el-Hâris ibnu Hişâm, Peygamber’den:
—  Sana vahy nasıl gelir? diye sormuştur. Peygamber (S) şöyle cevâblamıştır:
—  “Bunun hepsi (şöyledir): Bazen melek bana çıngırak sesi gibi bir ses içinde gelir, akabinde meleğin bana söylediği şeyleri ezberlemiş olduğum hâlde o benden ayrılır. Bana en ağır olanı budur. Bazen de melek bana bir insan olarak temessül eder (yânî sûretlenir), benimle konuşur, ben de söyleyeceklerini iyice bellerim” 41.

26-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)’den
işittim, şöyle buyuruyor du:
—  “Kim Allah yolunda çift sadaka verirse, cennetin bekçileri, yânî melekler onu: Ey Fulân! Buraya gel! diye da’vet ederler.”
Peygamber’in bu sözü üzerine Ebû Bekr:
— Artık kendisine hiç helak olmayan kimse, işte budur, -dedi. Peygamber de:
—  “Senin de o bahtiyarl ardan olmanı umarım” buyurdu42 .

41  Hadîsin başlığa uygunluğu “Melek bana gelir… ” sözlerindedir. Bu hadîs, el-Câmi’u’s-Sahth’in ilk kitabında geçmişti.

42  Başlığa uygunluğu “Cennetin bekçileri ” sözündedir, çünkü onlar meleklerd ir. Bu hadîs Cihâd Kitabı, Nafakanın fazileti bâbı’nda da geçmişti.

27-…….Bize Ma’mer, ez-Zuhrî’den; o da Ebû Seleme’den; o
da Âişe(R)’den haber verdi ki, Peygamber (S) Âişe’ye:
— “Yâ Âişe! Şu (yanımdaki) Cibril’dir, sana selâm ediyor” buyurmuş.
Aişe de:
—  Selâm; Allah’ın rahmeti ve bereketle ri onun üzerine olsun, demiş ve Peygamber’i kasdedere k:
—  Benim görmediğimi Sen görüyorsun, demiştir 43.

28- Bize Ebû Nuaym tahdîs edip şöyle dedi: Bize Umer ibnu Zerr tahdîs etti.
H Ebû Nuaym dedi ki: Bana Yahya ibn Ca’fer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Vekî’, Umer ibn Zerr’den; o da babası Zerr ibn Abdillah el-Hamdânî’den; o da Saîd ibn Cubeyr’den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Cibril’e:
— “Sen bize şu ziyaretin den daha çok ziyaret etmez misin?” demişti (yânî daha sık gelmesini arzûlamıştı).
İbn Abbâs dedi ki: Bunun üzerine “Biz (melekler) Senin Rab-binin emri olmadıkça inmeyiz. Önümüzde, ardımızda ve ikisi arasında ne varsa hepsi O’nundur. Senin Rabbin unutkan değildir” (Meryem: 64) âyeti indi44.

43  Başlığa uygunluk ve delîlliği “Şu Cibril’dir…” sözündedir.
Buhârî bunu el-İstİ’zân, er-Rıkaak ve Fadâil Kitâbları’nda da getirmiştir.

44  Başlığa uygunluğu Rasûlullah’ın Cibril’e hitâb edip, onun daha sık gelmesini istemesid ir. Hadîs içindeki Meryem: 64. âyeti Cibril’in sözünü hikâye eder… “Önümüzde” âhirette; “Ardımızda” dünyâda, “İkisinin arasında” nüzul zamanından kıyamet gününe kadar olacak herşeyin ilmi Allah’a mahsûstur (Ce-lâleyn).

29-……. O da İbn Abbâs(R)’tan tahdîs etti ki, Rasûlullah(S)
şöyle buyurmuştur: “Cibril bana Kur’ân’ı bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artmasını isterdim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim”45.

30-…….Bize Abdullah ibnu’I-Mubârek haber verip şöyle dedi:
Bize Yûnus ibn Yezîd haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydulla h ibni Abdillah tahdîs etti ki, İbnu Abbâs (R) şöyle demiş-

45 “Her dilde türlü lehçeler bulunduğu gibi, Arabça’da da çeşitli kabileler in kendileri ne has lehçeleri ve ifâde tarzları vardır. Kur’ân’ın kelimeler i çoğunlukla Kureyş kabilesin in lehçesi üzerine indiği gibi, bâzısı da Huzeyl, Havâzin, Yemen., lehçeleriyle inmiş ve o suretle okunmuştur. Rasûlullah bütün Arab kabileler inin gönüllerinin Kur’ân’m tevhîd ve medeniyet nuru üzerinde toplanmasını istiyordu . Bunun için Kur’ân’ın tamamen Kureyş lehçesi üzerine, bâzı kelimeler inin diğer Arab lehçeleriyle gönderilmesini istemiş ve bu dileğinde ısrar ederek Arablar arasında belirmiş yedi kabilenin lehçesi üzerine gönderilmiştir. Aynı zamanda bu bir genişletme ve kolaylaştırma idi. Bu suretle Kur’ân’m yayılması kolaylaştıktan sonra Peygamber’in vefat ettiği yılın ramazanında “el-Arzatu’l-Âhire” denilen ve Rasûlullah’ın Cibril ile Kur’ân’ı son müzâkere ve mukaabe-lesinde Kureyş lehçesi kararlaştı…”tir: Rasûlullah (S) insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazânda idi ki, bu ay Cibril aleyhi’s-selâmın kendisine en çok kavuştuğu zaman idi. Cibril, ramazânın her gecesinde Rasûlul-lah’la buluşur ve kendisi ile Kur’ân-ı Kerîm’i mudârese ve müzâkere ederdi. îşte bundan dolayı Rasûlullah Cibril kendisiyl e buluştuğu bu zamanda hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert idi 46.
Ve Abdullah ibnu’l-Mubârek’ten: (Kendisi:) Bize Ma’mer (ıbnu Râşid, yukarıda verilen) bu isnâd ile o hadîsin ma’nâca benzerini tahdîs
etti, demiştir.
Ve Ebû Hureyre ile Fâtıma (R) da Peygamber(S)’den, Cibril’in (her sene ramazânda) Peygamber ce Kur’ân’ı karşılaştırma yapar olduğunu rivayet etmişlerdir47.

31-…….Bize Leys ibnu Sa’d, İbn Şihâb’dan şöyle tahdîs etti:
Umer ibnu Abdilazîz bir gün ikindi namazını biraz geri bıraktı. Bunun üzerine Urve ibnu’z-Zubeyr, Umer’e:
— Dikkat et! Muhakkak ki Cibril inmiş ve Rasûlullah’m önünde namaz kıldırmıştır, dedi.
Umer de ona:
—  Yâ Urve, söylediğini iyi bil! dedi.
Urve de hadîsi senediyle nakledip şöyle demiştir:                    ı
— Ben Beşîr ibn Ebî Mes’ûd’dan işittim, şöyle diyordu: Ben babam Ebû Mes’ûd’dan işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah(S)’tan işittim, şöyle buyuruyor du: “Cibril indi ve bana imâm oldu, ben de onunla birlikte namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım. Sonra

46 Başlığa uygunluğu Cibril’in Rasûluîlah’la en çok ramazân ayında buluşmasıdır.’ Bu hadîs Vahy Kitâbı’nda da geçmişti.
47  Hadîsin  Abdullah  ibnu’l-Mubârek’ten  gelen  rivayetin i  Butıârî,  Fadâilu’l-Kur’ân’da getirmiştir. Ebû Hureyre’nin hadîsini Fadâilu’l-Kur’ân’da; Fâtıma’- Nübüvvet Alâmetleri’nde getirmiştir.
onunla namaz kıldım. Sonra onun/a namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım”. Rasûlullah bunu söylerken birer birer beş namazı par-maklarıyle sayıyordu 48.

32-…….Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
—  “Cibril bana: ‘Ümmetinden her kim Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmayarak (tevhîd inancıyle) ölürse cennete girer -yâhud ateşe girmez’ dedi”.
Ebû Zerr:
—  Eğer o kişi zina etse ve hırsızlık yapsa da mı? dedi. Peygamber:
—  “Eğer (bu günâhları işlese de)” buyurdu 49.

33-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle
buyurdu: “Melekler arka arkaya gelirler: Hergün birtakım melâike geceleyin, diğer birtakım melâike de gündüzleyin birbiri ardınca size gelirler. Bunlar sabah ve ikindi namazlarında buluştuktan sonra evvelce içinizde kalmış olanlar göğe yükselirler. Rableri (namaz kılmış

48  Hadîsin başlığa uygunluğu “Cibril indi…” sözündedir. Bunu Buhârî, Namaz Vakitleri Kitâbı’nda daha geniş bir metinle getirmişti.

49  Ebû Zerr’in bu meşhur hadîsi şimdiye kadar birçok yerde geçmişti. Bilhassa Cenaze ve İstikraz Kitâblan’nda geçtiğini ve oralarda bâzı bilgiler verildiğini zikredeli m.
Buradaki rivayette şart fiilinin hazfedilm esinin ve şart edâtıyle yetinmeni n cevazına bir delîl vardır.
kullarının) hâllerini en iyi bilirken yine o meleklere: Kullarımı ne hâlde bıraktınız? diye sorar. Onlar da: Onları namaz kılarlarken bıraktık ve onlara namaz kılarlarken varmıştık, derler”50.
“Sizlerden biri Âmin dediği zaman melekler de semâda {Âmîn deseler de) her ikisi birbirine denk düşerse, o
kimsenin geçmiş günâhları mağfiret edilir”

34-…….Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber için bir yastık
doldurdum . Onda birtakım suretler vardı. Bu küçük bir yastık gibidir. Peygamber geldi ve iki kapının arasında dikeldi, yüzü de değişmeye başladı. Ben hemen:
—  Bizim için ne (kusur) var, yâ Rasûlallah? dedim. Peygamber (S):
—  “Bu yastığın hâli nedir?” diye sordu. Âişe:

50  Bu hadîs Namaz Kitabı; “İkindi namazının fazileti bâbı”nda da geçmişti.
Burada arka arkaya getirilen bu hadîsler Cibril’in vahy ile ilgili olan vazî-fesİne ve umumiyetl e melekleri n vazifeler ine delîl olmak üzere sevkedilm işlerdir.

51  Buhârî bu başlığı Ezan Kitâbı’nda Ebû Hureyre’den rivayet ettiği hadîsten almıştır. O hadîs de bundan önceki hadîsin senediyle Ebû Salih’ten rivayet edilmekte dir.
Bu bâbdaki hadîsler dahî bundan Önceki bâb hadîsleri gibi yine meleklerl e ilgilidir . Bunun için bâzı Buhârî nüshalarında bu bâb başlığı konmamıştır.
— Bir yastıktır; ben onu üzerinde yatasm diye Sen’in için yaptım, dedi.
Peygamber:
—  “Sen içinde suret bulunan bir eve melekleri n girmeyeceğini; bu sureti yapan kimsenin kıyamet gününde azâb edileceğini ve Yüce Allah ‘in: Yarattıklarınıza (yânî sûretlendirdiğiniz bu hayvanlar a) can verin! buyuracağını bilmedin mi?” buyurdu 52.

35-…….Bize Ma’mer ibn Râşid, ez-Zuhrî’den; o da Ubeydul-
lah ibn Abdillah’tan haber verdi ki, o da İbn Abbâs(R)’tan şöyle derken işitmiştir: Ben Ebû Talha’dan işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlul-lah(S)’tan işittim: “İçinde köpek bulunan eve melekler girmez, içinde temsiller e âid suret bulunan eve de” buyuruyor du 53.

36-……. Bize Amr ibnu’l-Hâris haber verdi. Ona da Bukeyr
ibnu’l-Eşecc tahdîs etmiştir. Ona da Busr ibn Saîd tahdîs etmiştir. Ona

52  Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde melekleri n zikredilm esidir. Bu hadîs Buyu’ Kitâbı’nda “Erkekler ve kadınlar için giyilmesi mekruh olan şeyler hakkında ticâret bâbı”nda da geçmişti.
53  Hadîsin başlığa uygunluğu bundan önce zikrettiğimiz yöndedir.
da Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R) tahdîs etmiştir. Busr ibn Saîd’in beraberin de, Peygamber’in zevcesi Meymûne’nin himayesin de bulunmuş olan Ubeydulla h el-Havlânî bulunuyor du. Râvî dedi ki: îşte bu ikisine Zeyd ibn Hâlid tahdîs etti. Ona da Ebû Talha şöyle tahdîs etti: Peygamber (S): “Melekler, içinde suret bulunan herhangi bir eve girmezler” buyurdu.
Sahâbî râvî Busr dedi ki: (Bu hadîsi bana rivayet ettikten bir zaman sonra) Zeyd ibn Hâlid hastalandı. Biz de ona hasta ziyaretin e gittik. Eve girdiğimizde içeride, üzerinde birtakım suretler bulunan bir perde ile karşılaştık. Ben orada bulunan Ubeydulla h el-Havlânî’ye:
— Bu Zeyd ibn Hâlid bize Peygamber’den tasvirler hakkındaki hadîsi tahdîs etmedi mi? (Şimdi evinde bu resimli perde ne oluyor?) dedim.
Ubeydulla h bana;
— Zeyd ibn Hâlid bu hadîsi Ebû Talha’dan bize naklederk en, sonunda “İllâ rakmen fîsevbin (= Elbisedek i nakış ve resim müstesnadır)” demiştir; sen onu işitmedin mi? dedi.
—  Hayır işitmedim, dedim. O da:
— Fakat sen o hadîsi işittin, o bunu muhakkak zikretmiştir, dedi 54.

37-……. Bana Amr ibnu’l-Hâris, Sâlim’den; o da babası Abdullah ibn Umer’den tahdîs etti; o şöyle demiştir: Cibrîl aleyhi’s-selâm, Peygamber’in yanına inmeyi va’d etmişti (inmedi; Peygamber sebebini sordu.) Cibrîl: Biz melekler, içinde (canlı hayvana âid) suret ve köpek bulunan eve girmeyiz, dedi.

54 Buhârî bu hadîsi Libâs Kitâbı’nda da getirmiştir. Müslim de Libâs’ta getirmiştir. Bununla, bundan sonraki hadîsin buradaki bâb başlıklarına uygunlukl arı bellidir.

38-…….Ebû Salih’ten; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “İmâm Semiallâhu limen hami-deh dediği zaman siz Allâhumme Rabbena leke ‘l-hamdu deyiniz. Çünkü her kimin böyle demesi melâikenin böyle demesine denk düşerse geçmiş günâhları mağfiret edilir”55.

39-…….Ebû Hureyre (R) tahdîs etti ki: Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: “Sizin herhangi birinizi namaz kılmak habsedip alıkoyduğu müddetçe, bir namaz içindedir. Namaz kıldığı yerden kalkmadığı yâhud abdestini bozmadığı müddetçe de melekler onun için: Allâhumme ‘ğfîr lehu ve hamhu( = Yâ Allah, ona mağfiret et ve ona merhamet eyle)/ derler” 56.

40-…….Ya’lâ ibn Umeyye (R): Ben Peygamber(S)’in minber
üzerinde (cehennem ahâlîsinin cehennem muhafızına): “Yâ Mâlik! (Rabb’in hakkımızdaki hükmünü versin!) diye nida ettiler.. . (ez-Zuhrûf: 77) âyetim okuduğunu işittim” demiştir.

   Râvî Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Mes’ûd’un bu âyeti “Ve

55  Bu hadîs Namaz Kitabı; “Allâhumme Rabbena leke’l-hamd’m fazileti bâbı”n-da da geçmiştir.

56  Bu da Namaz Kitabı; “Mescidde namaz bekleyere k oturan kimse bâbı”nda ve “Mescidde hades bâbı”nda da geçmiş ve açıklamalar verilmişti.
nâdev yâ Mâli” şeklinde kâfi düşürerek okuduğunu söylemiştir57.

41-…….Peygamber’in zevcesi Âişe (R) şöyle tahdîs etmiştir: Âişe, Peygamber(S)’e:
— Sana Uhud gününden daha şiddetli olan bir gün erişti mi? dedi. O da:
—  “Yemin olsun ki kavmin Kureyş’ten gelen birçok zorluklar la karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım zorluk hepsinden şiddetli idi. Şöyle ki: Ben (Kureyş’ten gördüğüm ezâ üzerine Taife gidip) hayâtımın korunmasını Abdu Kulâl’in oğlu İbnu Abdu Yâlîl’e teklif etiğim zaman o benim dileğime cevâb vermemişti. Ben de kederli ve hayretli bir hâlde yüzümün doğrusuna (Mekke’ye) dönmüştüm. Bu hayretim Karnu’s-Seâlib mevkiine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp (semâya) baktığımda beni gölgelendirmekte olan bir bulut gördüm
Buluta (dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibril bulunduğunu gördüm. Cibril bana nida etti de:
~ Allah, kavminin Sen’in hakkında dedikleri ni ve Seni korumayı reddettik lerini muhakkak işitti. Ve A ilah Sana şu Dağlar Mele-
si Bu Ya’lâ hadîsinin başlığa uygunluğu, meleklerd en bir kısmının cehennem muhafızlığı vazifesi ile vazifelen dirilmiş olmalarıdır. Âyetin alt ve üst tarafı ile mealleri şöyledir: “Şübhe yok ki günahkârlar cehennem azabında ebedî kalıcıdırlar.
ği’ni gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebil irsin, dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana nida edip selâm verdi. Sonra:
—  Yâ Muhammedi Cibril’in bu söylediği bir hakikatti r. Sen ne istersen emrine hazırım. Eğer (Ebû Kubeys ile Kuaykân denilen) şu iki yalçın dağı Mekkelile r üzerine kapaklama mı istersen (onu da emret), dedi.
Buna karşı Peygamber:
— Hayır, ben Allah ‘in bu müşriklerinin sulblerin den yalnız Allah ‘a ibâdet eder ve Allah ‘a hiçbirşeyi ortak kılmaz (tevhîdci) bir nesil meydana çıkarmasını arzu ederim, dedi”5S.
(Bu azâb) onlardan hafifleti lmeyecek. Onlar bunun içinde ümitsizlikle susacak olanlardır. Biz onlara zulmetmed ik. Fakat onlar kendileri zâlimdiler. Onlar: Yâ Mâlik, Rabb’in bizi öldürsün! diye çağmşırlar. O da: Siz behemahal (azâbda) kalıcılarsınız! der… ” (ez-Zuhruf: 74-77).

58 Hadîsin başlığa uygunluğu Yüce Allah’ın melekleri n bir nev’ini dağlara âid işlerle vazifelen dirmiş olduğudur. Bunu “Dağlar Meleği” ta’bîri belirtmek tedir.
Peygamber’in Uhud harbinden daha güç bir vakıanın cereyan ettiği yer olarak haber verdiği Akabe mevkii, ya Minâ’daki taş atma sünnetinin yapıldığı yerdir, yâhud Tâif’te husûsî bir yerin adıdır. Peygamber’in Taife gitmesi, Peygamber liğinin onuncu yılı şevval ayındadır. O târihte Hadîce İle Ebû Tâlib arka arkaya vefat etmiş, Peygamtfe r her müşkil zamanda kendisini himaye ve tesellî eden iki mühim kuvvetli dayanakta n mahrum kalmıştı. Müşriklerin tecâvüzleri de günden güne artmakta ve sahâbîlere işkenceler yapılmakta idi. Artık Mekke’de kendi hayâtını koruyacak ve sahâbîleri himaye edecek kimse kalmamıştı. Bu sebeble Peygamber’in ve İslâm Dînİ’nin hayâtında geçen en ızdırablı yıl bu yıl olduğu ve bundan dolayı “Âmu’l-Huzun (= Keder yılı)” denildiği bildirilm iştir (Mevâhibu Ledunniye).
Peygamber Hadfce ve Ebû Tâlİb’in vefatından sonra Tâif halkını irşâd etmeyi düşündü. Tâif şehri ve Sakîf kabilesi eşrafından Abdu Yâlîl ile kardeşleri Habîb ve Mes’ûd’a gitti. Bunlara İslâm Dîninin esâslarını bildirdi. Kureyş’in kendisi ve sahâbîleri hakkındaki zulümlerinden bahsedere k himaye istedi. Rasû-lullah bu üç kardeşten yalnız Abd Yâlîl İle görüşmüştür. Bu sebeble hadîste yalnız onun adı anılmıştır. Sakîf oğulları’nm en büyüğü ve mu’teberi o idi. Mu-câhid’egöre: “Ne olurdu şu Kur’ân iki şehirden (Mekke ve Tâif’ten) büyük bir kişiye gönderitseydi” (ez-Zuhruf: 31) âyeti Utbe ibn Rabîa ile İbnu Abdi Yâlîl hakkında ve bunların halk arasındaki mevkileri ni beyân sadedinde inmiştir. Peygamber, Tâif’te on gün ikaamet etmiştir. Yarımadanın en nüfuzlu adamı diye müracaat ettiği İbnu Abdi Yâlîl sığınma isteğini reddettiğinden, daha fazla ka-lamamıştır. Tâif’in ayak takımı Peygamber’e ve yanında bulunan Zeyd ibn Hâ-rise’ye saldırmışlar, attıkları taşlarla yaralanmışlar, nihayet Utbe ibn Rabîa’nın bağına iltica etmişler; o da kendileri ni koruyup üzüm İkram edilmeler ini Hristi-yan kölesine emretmiştir. Tâif’ten dönüşte Mut’ım ibn Adiyy’in himayesiy le Mekke’ye girebilmişlerdir… Hadîste Peygamber’in Cibril’i gördüğü yer olarak zikrettiği Karnu’s-Seâlib, Nevevî’ye göre Necdliler’in mîkaatı olan Karnu’l-Menâzil’dir ve Mekke’ye iki konak uzaklıktadır. Kam lügatte büyük dağdan ayrılmış küçük dağdır… (Aynî).
Bu: hâdisede Hâtemu’l-Enbiyâ’nın ümmeti hakkındaki yüksek merhamet

42-…….Bize Ebû İshâk eş-Şeybânî tahdîs edip şöyle dedi: Ben
Zırr ibn Hubeyş’e Yüce Allah’ın şu kavlinden sordum: “Sonra (Cib-rîl O’na) yaklaştı, sarktı. İki yay kadar, yâhud daha yakın oldu da (Allah’ın) kuluna vahy ettiğini etti. O’nun gördüğünü kalbi yalana
Çlkarmadl” (en-Necm: 8-11).
Zırr ibn Hubeyş: Bize İbnu Mes’ûd: Peygamber (S) Cibril’i (yaratılmış olduğu surette) altıyüz kanatlı olarak gördü, diye tahdîs etti, dedi59.

43- Bize Hafs ibn Umer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu’be, el-A’meş’ten; o da İbrahim’den; o da Alkame’den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes’ûd (R) “And olsun ki O, RabbHnin en büyük âyetlerinden bir kısmım görmüştür” (en-Necm: ıs) âyetinin tefsirind e: Rasûlullah (S) semânın etrafını yeşil bir kumaş (hâlinde Cibril’in kanadı) kaplamış gördü, demiştir 60.

44-…….Bize el-Kaasım haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir:
ve şefkati apaçıktır. Bu kadar sıkıntılı zamanda bile nesilleri nden müslümân bir zürriyet gelmesi umulan müşriklerin helakim İstemeyip, bunların sulbünden mü’-min muvahhid bir neslin gelmesini istemiştir.

59  Başlığa uygunluğu açıktır. Bâzılarına göre Peygamber’e yaklaşıp sarkan Allah’tır. Bu takdirde ma’nâ mecazî olur (Hâzin).

60  Bu âyetlerin tefsirler i Tefsir Kitâbı’nda verilecek tir.
Her kim Muhammed (uyanık olarak baş gözüyle) Rabb’ini gördü sanırsa, en büyük yalanı irtikâb etmiş olur. Lâkin muhakkak olan şudur ki, Rasûlullah Cibrîl’i ufkun arasını kaplamış olduğu hâlde hakîkî suret ve hilkatind e görmüştür 61.

45-…….Mesrûk şöyle demiştir: Ben (Peygamber’in Rabb’ini görmesini reddettiği zaman) Âişe’ye:
— Öyleyse Yüce Allah’ın şu kavli nerededir (yânî bunun vechi nedir)? dedim: “Sonra yaklaştı, derken sarktı. (Bu suretle Peygamber’e) iki yay kadar, yâhud daha yakın oldu da (Allah’ın) kuluna vahy ettiğini ettV (en-Necm: 8-11).
Âişe (R):
— Bu yanaşma ancak Cibril’in yanaşmasıdır. Cibril Peygamber’e insan suretinde gelirdi. Şübhesiz Cibril bu kerre Peygamber’e kendi hakîkî sureti olan sureti içinde gelmiş ve ufku kapatmıştır, dedi 62.

46-…….Semure ibn Cundeb (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)
şöyle buyurdu: “Ben bu gece fu’yâmda iki kimse gördüm. Onlar bası Cibrîl Peygamber’e sahâbîlerden Dıhye veya başkası suretinde gelirdi. Bazen de bir A’râbî suretinde gelmiştir. Peygamber Cibrîl’i kendi yaratılış şekli ve suretinde yalnız iki defa görmüştür: Birincisi’ ‘Hemen doğruldu. O en yüksek ufukta idi (en-Necm: 6-7) ve devamı âyetlerin delâleti üzere, en yüksek ufukta görmesidir. Yukarıdaki İbn Mes’ûd hadîsleri bu görüşü tefsir ve tasvîr etmektedi r. İkincisi “And olsun ki Onu diğer bir defada Sidretu’l-Müntehâ’mn yanında gördü” (en-Necm: 13-14) âyetleri gereğince, Mi’râc’dan dönerken Sidre’de görmesidir.

62 Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hz. Âişe’nin tefsiri de gayet açıktır; bundan önceki haşiyelerde daha fazla açıklama verilmişti.
na geldiler. .. şöyle dediler: O ateş yakan adam, cehennemi n bekçisi olan Mâlik’tir… Ben Cibril’im. Bu da Mtkâîl’dir…”63.

47-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: “Kişi kadınım (cinsî yaklaşmak için) yatağına da’vet eder de kadın çekinir ve bu yüzden koca, kadına öfkeli, sinirli bir hâlde gecelerse melekler o kadına sabah oluncaya kadar la’net ederler”.
Bu hadîsi el-A’meş’ten rivayet etmekte Ebû Avâne’ye Şu’be, Ebû Hamza, İbnu Dâvûd ve Ebû Muâviye mutâbaat etmişlerdir 64.

48-…….İbn Şihâb şöyle demiştir: Ben Ebû Seleme’den işittim,
şöyle dedi: Bana Câbir ibnu Abdillah (R) haber verdi. O, Peygam-ber(S)’den şöyle buyururke n işitmiştir: “Sonra benden vahy bir süre habs olundu. Ben bir gün yürürken birdenbir e gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hıra ‘da bana gelen melek (yânî Cibrîl) semâ ile Arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Ondan pek ziyâde korktum, hattâ yere düştüm. Akabinde aileme

63  Buhârî bu Senıure ibn Cundeb hadîsini burada delîl olmak üzere çok kısaltılmış olarak getirdi. Cenazeler Kitâbı’nın sonlarında ise bunu aynı senedle İki sa-hîfe tutan uzun bir metinle getirmişti.

64  Başlığa uygunluğu, meleklerd en bir nev’inin bu işle vazifeli kılınmasıdır. Buhârî bu hadîsi Nikâh Kilâbı’nda da getirmiştir.
geldim ve: Beni örtünüz, beni örtünüz! dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirdi: Ey bürünüp sarınan! Kalk, artık korkut. Rabb’ini büyük tanı. Elbiseler ini temizle. Azâb{& götürecek şeyleri)
terkeyle. ..” (el-Müddessir: 1-5).
Ebû Seleme: Âyetteki “er-Rücz”, putlardır, demiştir65.

49-…….Müfessir Ebu’1-ÂHye şöyle demiştir: Bize Feygamoe-
rinizin amcası oğlu, yânî İbn Abbâs (R) tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “(Mi’râc^da) bana gece sefer ettirildiğinde ben Musa’yı esmer yüzlü, uzun boylu, kıvırcık saçlı bir tipte gördüm. Müsâ (uzunluk ve esmerlikçe) Ezdu Şenûe adamlarından bir kişi gibidir. îsâ’yı da gördüm: Ne uzun ne kısa, orta boyda, benzi kırmızı ile beyaza meyilli olup başı, salıverilmiş düz saçlı bir kimse idi. Allah ‘in bana gösterdiği hayrete düşürücü daha birtakım garibeler arasında cehennem muhafızı Mâlik’i ve Deccâl’i de gördüm. Ey mü’min, Peygamber’in Musa’ya kavuşmasından şübhede olma”.
Enes ve Ebû Bekre (R), Peygamber’in “Melekler Medine’yi, Dec-câl’den bekçilik yapıp korurlar” hadîsini söylemişlerdir 66.

65  Bu hadîs Vahy Kitâbı’nda da geçmişti.

66  Hadîsin son cümlesi şu âyetin lâfzına uygun düşmüş ve ondan alınmıştır: “And olsun ki, biz Mûsâ ‘ya o kitabı verdik. Şimdi sen ona kavuşmaktan şübhede olma. Biz onu İsrâîl oğullarına hidâyet rehberi yapmıştık”’ (es-Secde: 23).
Hadîsin sonundaki Enes’in hadîsini Buhârî Hacc Kitâbı’nın sonlarında; Ebû Bekre hadîsini de bu bâbda senediyle getirmiştir (Aynî).
8- CENNETİN SIFATI VE YARATILMIŞ (YÂNÎ ŞİMDİ MEVCÛD) OLDUĞU HAKKINDA GELEN ŞEYLER BABI 67
Ve Ebu’I-Aliye dedi ki; “Mutahhara tun”: Hayzdan,

67 Cennet, birşeyi örtmek ve gizlemek ma’nâsma olan el-Cennu lafzından alınmıştır. Bol ve sık ağaçların yeri örtüp gizlemesi, o ağaçlığa cennet denilmesi ne se-beb olmuştur. Bu bakımdan şeriat lisânında gelen cennet, şu fânî hayâtta gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların tahmin ve tahayyül edemediği ni’met-leri ihtiva eden mü’minlerin saadet durağı demektir. Biz bu ebediyet yurdu hakkında yalnız Allah’ın ve Rasûlü’nün bildirdiği derecede bilgilere sâhib bulunuyor uz. Bunların bir kısmını burada göreceğiz. Buhârî bu konuya dâir olan bu babında onbeş hadîs getirmiştir ki, bunları sirasiyle göreceğiz.
Buhârî âdeti üzere bu başlıkta cennetin sıfatlan ve şimdi mevcûd bulunduğunu bildiren bâzı âyetlere ve bunların tefsirler ine işaret etmiştir. Buhârî’nin bu konuya ehemmiyet vermesi sebebleri nden biri Mu’tezile’yi reddetmek tir. Çünkü Mu’tezİle, cennet ve cehennemi n şimdi mevcûd olduklarını kabul etmeyip, ileride yaratılacaklarına kaani’ ve müttefiktirler.
Buhârî’nin âyetlerin bâzı kelimeler ine dâir burada getirdiği tefsiri bilgileri n hepsi kadîm tefsir kitâblarında senedli olarak rivayet edilmişlerdir. Bunlar geniş şerhlerde aynen yazılmıştır; incelenme si her zaman kaabildir .
sidikten, tükürükten tertemiz kılınmış; “Kullemâ ruzikû”: Kendileri ne birşey verildiği, sonra da bir
başkası verildiği zaman “Bu bize bundan önce de verilmişti derler”, yânî bu bize bundan önce de
getirildi . “Ve utû bihi müteşâbihen”: Bu kendileri ne bâzısı bâzısına (renk ve şekilde) benzer, fakat tadında
ayri olarak Sunulacak(el-Bakara: 25)”KutÛfuhâ” <el-Hâkkaa:l2>:

Cennetlik ler istedikle ri gibi keserler; “Dâniyetun”: “Karîbetun”, yânî yakındır. “el-Erâik” (ed-Dehn 13):
Tahtlar, şerirler.
Ve el-Hasen: “en-Nadra”, yânî parlaklık yüzlerde; surûr, yânî sevinç de kalblerde olur, dedi. Mucâhid:
“Selsebüen”:
Akması keskin; “Gavl”: Karın ağrısı; “Yunzefûne”: Akılları gitmez demektir, dedi.
İbnAbbâs: “Dıhâkan”: Dopdolu; “Kevâibe”: Göğüsleri, memeleri belirip olgunlaşmış; “er-Rahîk”: Şarâb; “et-Tesmîmu”: Cennet ehli içkilerinin hepsine üstün olan içki; “Hitâmuhu”: Çamuru misk;
“Naddâhatân”; İki fışkıran; “Mevdûnetûn”: Örülmüş, dokunmuşa denilir. “Vadînu’n-Nâka” (yânî devenin
sırtına hevdeci bağlamak için sırım yâhud kıldan örülmüş yassı kolan) bu ma’nâdandır. “el-Kûbu”:
Kulağı, yânî elle tutulacak yeri ve kulpu olmayan testiler; “VeH-Ebârîk”: El ile tutulacak kulakları ve
kulpları olan testiler; “Uruben”: Ağırlaştırılmış demektir, tekili: “Arûbun”dur; “Sabûr” ve “Subur”
gibi. Mekke ahâlîsi ona “el-Aribetu”; Medîne ahâlîsi
“el-Ganicetu”; Irak ahâlîsi ise “eş-Şekiletu” ismini
verirler.

Mucâhid şöyle dedi: “Ravhun”: Cennet ve rahatlık;
“er-Reyhânu”: Rızk; “el-Mendûdu”: Muz; (teİ-Mahdûdu”: Yükçe ağırlaştırılmış demektir. Ve yine
dikeni olmayan şeye de denilir. **Ve9l-Urubu”: Kocalarına çok bağlı ve çok sevgili dişilerdir. Ve denildi ki: “Meskûb”: Akıcı; “Furuşın merfûatın”: Birbiri üzerine konulup yükseltilmiş yataklar;
“Lagven”: Bâtılen; “Te’sîmen”: Yalan; “Efnânun”: Dallar. “Ve cenal-cenneteyni dânin”: Toplanıp
devşirilmesi yakından; “Mudhâmmetâni”: Suya
kanmaktan dolayı iki siyah (yânı iki koyu yeşil) demektir 68.

68 Buhârî’nin burada işaret ettiği âyetlerin bâzılarını, konuya delîlliklerinin iyice belirmesi için tercemele r hâlinde verelim:
“imân eden, bir de güzel güzel amellerde bulunan kimselere muştula ki, altlarından ırmaklar akan cennetler onların. Kendileri ne ne zaman onlardan bir meyve rızk olarak yedirilme her defasında: Hâ, bu evvelce de (dünyâda) rızıklandtğı-mız şeydi, diyecekle r ve o rızk (renkte, şekilde) birbirini n benzeri olmak üzere kendileri ne sunulacak . Orada çok temiz zevceler de onların. Hem orada onlar dâim de kalıcıdırlar’1” (el-Bakara: 25).

“Artık kitabı sağ eline verilmiş olana gelince, der ki; Alın, okuyun kitabımı. Çünkü ben hakîkaten hesabıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmiştim. îş-te o, hoşnûd bir hayât içindedir. Yüksek bir cennette. Çabucak devşirilecek meyveleri yakındır” (el-Hâkkaa: 19-23).
“Artık kitabı sağ eline verilmiş olana gelince, der ki: Alın, okuyun kitabımı. Çünkü ben hakîkaten hesabıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmiştim. İşte o, hoşnûd bir hayât içindedir. Yüksek bir cennette. Çabucak devşirilecek meyveleri yakındır” (el-Hâkkaa: 19-23).
“İşte bundan dolayı Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik (yüreklerine) bir sevinç vermiş, sabrettik lerine mukaabil onların mükâfatı cennettir, ipektir. (Oraya giren) hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslanıcı-lar olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemherîr görmeyerek, ve gölgeleri onlara yakın, meyveleri de emirlerin e boyun eğdirilmiş olarak. Onlara gümüşten yapılmış billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billurlar ki, mîkdârını (sâ-kîler) ta ‘yîn etmişlerdir. Orada onlara katkısı zencefil olan dolu kadeh de içirilir. (Zencefil) orada bir pınardır. Selsebîl adı verilir ona” (ed-Dehr: 11-18).
“Onlar böyle. Onlar için ma’lûm bir rızk vardır. Türlü meyveler. Onlar ikram edilmiş kimselerd ir. Naîm cennetler inde. Birbiriyl e karşılıklı tahtlar üzerinde. Onların herbiri mam şarâbından türlü kadehlerl e tavaf edilirler . Bembeyaz, içenlere bir lezzet. Orada bir humar (baş ağrısı) da yok, onların bundan bîhuş olacakları da yok. Yanlarında nazarlarını yalnız zevçlerine atfetmiş iri gözlü kadınlar vardır ki, bunlar örtülüp saklanmış yumurtala r gibidirle r” (es-Sâffât: 41-49).
“Şübhesiz takva sahihleri için (her korkudan) selâmet (ve her arzuya) ulaşmak vardır. Bahçeler, üzüm bağları, memeleri tomurcukl anmış bir yaşıt kızlar, dolu kadehler! Orada ne boş bir lâkırdı, ne de birbirine yalan söyleme işitmezler” (en-Nebe’: 31-35).
“Sağcılar ne mutludurl ar. Solcular ne bedbahttırlar! Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananla r, onlar öncüdürler. İşte onlar (Allah’a) en çok yaklaştırılmış olanlardır. Naîm cennet/erindedirler. Birçoğu evvelki ümmetlerden, birazı da sonrakile rdendir. Onlar cevherler le örülmüş tahtlar üzerindedirler, üstlerinde karşı karşıya yaslanıcılar olarak. Ebedî{tkze)liğe mazhar edilmiş evlâdlar etraflarında dolanırlar. Maîn kaynağından dolu büyük kablarla, ibriklerl e ve kadehlerl e. Ki bundan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi, akılları da giderilme z” (el-Vâkıa: 8-19).
“Onlar orada ne boş bir lâf, ne de günâha sokacak birşey işitmezler. Yalnız bir söz: Selâm selâmdır. Sağcılar: Onlar ne mutlu sağcılardır! Dikensiz kiraz meyveleri tıklım tıklım muz ağaçlan, yayılmış gölge, dâima akan su, kesilmeye n, yasak da edilmeyen birçok meyve arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler. Hakikat biz onları yepyeni bir yaratışla yarattık da, kızoğlan kızlar,

50-…….Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: “Sizden biriniz öldüğünde sabah akşam âhiretîeki oturak yeri kendisine gösterilir: Eğer o ölü cennet ehlinden ise, kendisine cennet ehli makaamlarından yeri gösterilir. Eğer ateş ehlinden ise, ceh-nenemliklerden (yânı onların yerinden) gösterilir” 69.

51-…….Bize Ebû Recâ\ İmrân ibn Husayn’dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S): “Ben (mi’râc gecesi) cennette baktım da, cennet ahâlîsinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemd ekilerin çoğunu da kadınlar gördüm” buyurmuştur 70-
zevceleri ne sevgi ile düşkün, hep bir yaşıt yaptık, sağcılar için” (el-Vâkıa: 27-38).
“Çadırlar içinde perde ehli huriler vardır… Bunlara onlardan evvel ne bir İnsan, ne bir cinn dokunmuştur…” (er-Rahmân: 72-74).
“Şübhesiz o iyiler ni’met içinde, süslü tahtlar üzerinde temâşâ edecekler dir. Öyle ki sen o ni ‘metin güzelliğini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü hâlis bir şarâbdan içirilecek ki, onun sonu bir misktir. O hâlde nefaset isteyenle r bunu arzu etmelidir . O şarâbın katkısı Tesnîm ‘dendir. O bir pınardır ki, mukar-rebler ondan içerler. ” (et-Tatfîf: 22-28).

69  Buhârî buradan i’tibâren gelecek onbeş hadîsi sıralamağa başladı. Bu hadîslerin hepsinin başlıkla mutâbakaatları cennetin zikrinde; bâzısında da cennetin vasıflarının zikrinded ir. Onun için bundan sonra her hadîste başlığa uygunluğun zikredilm esine ihtiyâç yoktur.
Bu hadîs Cenazeler Kitabı; “Sabah akşam ölüye oturacağı yer gösterilir bâ-bi”nda da geçmiş, açıklamalar orada verilmişti (Aynî).
70  Bu çoğunlukların sebebi şöyle tevcih edilmiştir: Birçok ma’siyetleri işlemeye sev-keden maldır, malın verdiği azınlıktır. Dünyâ hayâtında şerre vesîle olan maldan mahrum fakirler ise çoğunluğu teşkil ettiğinden, dünyâda dînî vecîbelerine
52-…….İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu’l-Müseyyeb
haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûmllah’ın yanında bulunduğumuz sırada O bize şöyle buyurdu: “Ben bir kene uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ümmü Su-leym) bir köşkün yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere): Bu köşk kimin içindir? diye sordum. Onlar: Bu köşk Umer ibnu’l-Hattâb için, dediler. Umer’in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirdim”.
(Rasûlullah’in bu latîfeli müjdesi üzerine) Umer -sevincinden- ağladı da:
— Yâ Rasûlallah, Sana karşı mı kıskançlık edeceğim? dedi71.

53-…….Abdullah ibn Kays el-Eş’arî(R)’den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “(Cennettek i) çadır, içi boşaltılmış bir incidir. Bunun semâya doğru uzunluğu otuz mildir. Bu çadırın herbir köşesinde mü’min bir aile topluluğu bulunur ki, onları başkaları göremezler”.
Ebû Abdissame d ile Haris ibnu Ubeyd yukarıdaki hadîsin râvîsi olan Ebû îmrân el-Cevnî’den, altmış mil diye söylemişlerdir 72.
bağlı bir hayât geçiren fakirleri n cennette çoğunluğu oluşturmaları tabiîdir.
Cehenneml iklerin çoğunluğunu kadınların oluşturması konusunda İbnu Ebî Sufre: Ekseriyet le kadınların kocalarına karşı isyankâr ve küfürbaz olmalarıdır, dedi. Kurtubî de; kadınların tab’an erkeklerd en asabı olmalarını, zînete ve dünyâ alâyîşine düşkün bulunmala rını sebeb göstermiştir.

71  Bu hadîs, cennet ve cehennemi n yaratılmış ve şimdi mevcûd bulunduğuna apaçık delâlet etmektedi r.
Buhârî bu hadîsi Menkabele r Kitabı; Umer’in fazileti bâbı’nda da getirmiştir.

72  Bu hadîsin diğer bir tarîkinde çadırın boyu değil, eninin altmış mil olduğu bildirilm iştir.

54-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: “Yüce Allah: Ben iyi kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlüne gelmeyen birtakım ni’metler hazırladım, buyurdu. İsterseniz şu âyeti okuyunuz: “Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak gözlerin aydın olacağı (ni’metlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu
kimse bilmez” (es-Secde: 17) 73.
55-…….Bize Ma’mer, Hemmâm ibn Münebbih’ten haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Cennete ilk giren zümrenin yüzleri ayın ondördüncü gecesinde ki nurlu sureti üzeredir. Cennetlik ler cennette tükürmezler, sümkürmezler, dışkı çıkarmazlar. Onların cennettek i kabları altın, taraklan ditin ve gümüştendir. (Buhurdanlıklarının) ûdlan Hind ududur. Onların teri misktir. Cennet ehlinden herbir erkeğin iki kadını vardır ki, vücûdunun güzelliğinden iki baldır kemiğinin iliği etinin arkasından görünür. Cennetlik ler arasında ihtilâf da yoktur, düşmanlık da yoktur. Kalbleri bir kalbdir. Onlar sabah akşam Allah’ı teşbih ederler”14.

73  Dâvûdî bu hadîsteki “İsterseniz şu âyeti okuyunuz” sözü için Ebû Hureyre’nin sözündendir, demiştir. İbnu’t-Tîn ise: Zahir olan bunun hilafıdır; bu söz Rasûlullah’ın sözündendir, demiştir (Aynî).
Burada Yüce Allah’ın “Ben hazırladım” sözünde cennetin yaratılmış olduğuna delîl vardır (Kastallânî).

74  Bundan sonraki tarîkten gelen hadîs daha tafsîllidir.

56-…….Bize Ebu’z-Zinâd, el-A’rac’dan; o da Ebû Hureyre(R)’-
den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Cennete ilk girecek zümre, ayın ondördüncü gecesinde ki nurlu sureti üzeredirler. Bunların ardından cennete girecek olanlar ise en keskin ışık yayan yıldızlar gibidirle r. Cennet ahâlîsinin gönülleri, birtek kişinin gön-/#(ndeki tek irâdeye benzer bir fıtrat) üzerinedir. Onların aralarında ihtilâf ve kinleşme yoktur. Cennet erkekleri nden herbiri için iki zevce vardır. Bu iki zevceden herbirini n baldırının iliği, güzellik ve latîf-liğinden dolayı etinin Ötesinden görülür. Cennetlik ler sabah akşam Allah’ı tesbîh ederler. Hasta olmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Onların kabları altın ve gümüştür. Tarakları da altındır. Buhurdanlıklarının yakacağı ûd ağacıdır -Ebu’l-Yemân: el-Ulve ile ûd ağacını kasdediyo r, demiştir-. Onların teri misktir”.
Mucâhid: “el-îbkâr”, fecrin (sabahın) evvelidir “el-Aşıyy” ise güneşin meylidir; batıyor diye düşünmen zamanındaki meylidir, demiştir.

57-…….Bize Fudayl ibn Süleyman, Ebû Hâzım’dan; o da Sehl
ibn Sa’d(R)’dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki, ümmetimden yetmişbin yâhudyediyüzbin (kişi veya zümre cennete) girecekti r. Bu ilk zümrenin sonundaki ler cennete girinceye kadar öndekileri girmeyece ktir (yânı hepsi bir saff hâlinde birden girecekle rdir). Bunların yüzleri, ondördüncü gecesinde ki ayın nurlu sureti üzeredir”.

58-…….Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)’e -Ukeydir tarafından- ince atlas bir cübbe hediye olundu. Peygamber (erkekleri) ipekli kullanmak tan nehyeder olduğundan, insanlar Peygamber’in bunu kabul etmesine hayret ettiler. (Libâs’ta şu ziyâde olmuştur: Peygamber: “Buna şaşıyor musunuz?” buyurdu. Sahâbîler: Evet, dediler.) Peygamber: “Muhammed’in nefsi yedinde olan Allah’a yemîn olsun ki Sa’d ibn Muâz’ın cennettek i mendiller i şaştığınız şu cübbeden muhakkak daha güzeldir” buyurdu 75.

59-…….Ben el-Berâ ibn Azib(R)’den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah’a ipekten bir elbise getirildi . Sahâbîler bunun güzelliği ve yumuşaklığından hayret edip beğendiler. Bunun üzerine Rasûlullah (S): “Elbette Sa’d ibn Muâz’ın cenneteki mendiller i bundan daha faziletli dir” buyurdu.

75 Ebû Ya’iâ’nm rivayetin de bu kumaşın dokumasında altın da varmış. Bir rivayette Peygamber bunu evvelâ kabul etmemiş, fakat Ukeydir’in üzüldüğünü görünce almış, sonra Umer’e yâhud Alî’ye hediye etmiştir.

60-…….Sehl ibnu Sa’d es-Sâidî (R): Rasûlullah (S): “Cennette
bir kamçının yeri, dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden hayırhdtr” buyurdu, demiştir 76.

61″…….Bi ze Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S):
“Cennette bir ağaç vardır ki, bir süvari onun gölgesinde yüz sene yü-rüse onun gölgesini kesip bitiremez” buyurmuştur 77.

62-…….Bize Hilâl ibn Alî, Abdurrahmân ibn Ebî Hamza’dan;
o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (S): “Şübhesiz cennette öyle bir ağaç vardır ki, bir süvârt onun gölgesinde yüz sene yürür. İsterseniz, -Uzatılmış gölge- (ei-vâkıa: 30) âyetini okuyunuz. Ye-mîn olsun cennette sîzin birinizin yayının mikdârı, üzerine güneşin doğduğu yâhud battığı herşeyden hayırlıdır” buyurmuştur.

76  Çünkü cennet ni’meti daimîdir, şâmil olduğu güzellikle beraber, onun için kesilip bitmek de yoktur.

77 Ahmed ibn Hanbel, Taberânî ve İbn Hıbbân, Utbe ibn Abd hadîsinde bunun Tûbâ ağacı olduğunu rivayet etmişlerdir (Kastallânî).

63-…….Bize babam Fuleyh ibn Süleyman, Abdurrahmân ibn
Ebî Hamza’dan; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Cennete girecek ilk zümre, ondördüncü bedir gecesinde ki ayın sureti üzeredirler. Bunların izleri üzerinde cennete girecekle r ise, gökteki incimsi parlak yıldızın güzelliği gibidirle r. Cennet ahâlîsinin kalbleri bir kişinin £ûtf?/(ndeki tek irâdeye benzer bir fıtrat) üzeredir. Aralarında kinleşme ve hasedleşme yoktur. Her kişi için el-Hûru’l-Ayn dilberler inden iki zevce vardır. Bu dilberler in baldırlarının iliği kemikleri nin ve etlerinin arkasından görülür”.

64-…….Adiyy ibn Sabit bana haber verip şöyle dedi: Ben el-
Berâ(R)’dan işittim. Peygamber (S) oğlu İbrâhîm öldüğü zaman: “Şübhesiz cennette İbrâhîm için bir süt annesi vardır” buyurmuştur.

65-…….Atâ ibn Yesâr’dan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— “Cennet ahâlîsi cennette kendileri nden yüksekteki gurfeler ehli denilen birtakım köşklerin sahihleri ni (aralarındaki uzaklık farkından dolayı) güçlükle görebilirler. Nitekim gündüz doğu veya batı ufkunda ışıklı kalan parlak yıldızı, aradaki mesafe uzaklığından dolayı dikkatle bakanlar seçebilir” buyurdu.
Sahâbîler:
—  Yâ Rasûlallah, o yüksek köşkler peygamber lerin menziller i midir? Başkaları oralara erişemez mi? diye sordular.
Rasûlullah (S):
—  “Evet o köşkler peygamber lerin köşkleridir. Fakat (Allah başkalarına da ihsan edebilir) nefsim elinde olan Allah’ayemîn ederim,
(o başkaları) öyle erlerdir ki, onlar Allah’a îmân ve rasûlleri (hak-kıyle) tasdik etmişlerdir” buyurdu 78.

9- CENNET KAPILARIN IN SIFATI BABI
Ve Peygamber (S): “Her kim (Allah yolunda) çift sadaka verirse, cennet kapısından da’vet olunur”
buyurdu 79.
Bu konuda Ubâde ibnu’s-Sâmit’in de Peygamber’den hadîsi vardır 80.

66-…….Bana Ebû Hazım, Sehl ibn Sa’d(R)’dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S): “Cennette sekiz kapı vardır. Bunların içinde bir kapı Reyyân( = Suya kanmış kişi) diye isimlendi rilir. Buradan cennete yalnız oruç tutanlar girer” buyurmuştur 81.

78  Cennet ahâlîsinin hepsi mü’minler ve tasdik edenlerdi r. Lâkin bunlar anılan sıfatlarla seçilmişlerdir. Bu hadîsi Müslim, Cennetin Sıfatı bölümünde getirmiştir.

79  Buhârî bu ta’lîki Oruç Kitâbi’nda, Oruçlular için olan Reyyân Kapısı bâbı’nda ( Ebû Hureyre’den; Cİhâd’da da yine Ebû Hureyre’den senedli ve Peygamber’e ulanmış olarak getirdi.

80  Buhârî bununla Enbiyâ Kitâbi’nda isa’nın zikri sırasında Ubâde ibnu’s-Sâmit’in Peygamber’den rivayet ettiği şu hadîse işaret etmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Her kim Allah’tan başka ibâdet olunacak hiçbir ma’bûdyoktur, yalnız bir Allah vardır, ortağı yoktur. Muhammed de muhakkak Allah’ın kulu ve rasûlüdur. îsâ da A ilah ‘in kulu ve rasûlüdür, ve Meryem ‘e bıraktığı bir kelimesid ir. Ve Allah tarafından bir ruhtur. Cennet haktır, cehennem de haktır diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi cennetin sekiz kapısından hangisini isterse oradan cennete kor. O kul hangi amelde olursa olsun”.

81  Hadîsin başlığa uygunluğu “Cennette sekiz kapı vardır” sözündedir.

10- CEHENNEMİN SIFATI VE YARATILMIŞ OLDUĞU BABI 82

82 Buhârî bu başlıkta evvelâ cehennemi n sıfatı ve onun yaratılmış olup şimdi mev-cûd bulunduğunu İsbât edecek birçok âyetlere ve onlardaki bâzı lâfızların tefsirler ine işaret etmiştir. Bundan maksadının Mu’tezile’nin bu konudaki inkârını reddetmek olduğunu bundan önceki bâbda zikretmiştik. Şimdi biz Buhârî’nin burada işaret ettiği âyetlerden bâzılarının meallerin i, delîlliklerinin iyice belirmesi için yazmağa çalışalım:
“Şübhesiz ki cehennem bir pusudur. Azgınların dönüp dolaşıp girecekle ri bir yerdir. Sonsuz devirler boyunca içinde kalacakla r, orada ne bir serinlik, ne de içilecek birşey tadacakla rdır. Sâde bir kaynar su, bir de irin (içecekler, amellerin e) uygun bir ceza olarak. Çünkü onlar hiçbir hesâb ummuyorla rdı” (en-Nebe’: 21-27).
“Kitabı sol eline verilmiş olana gelince, o da der ki: Âh keski benim kitabım verilmese ydi. Hesabımın da ne olduğunu bilmeseyd im. Âh keski o (ölüm hayâtıma) kat t bir son verici olsaydı. Malım bana bir fayda vermedi. Saltanatım benden ayrılıp mahvoldu. (Allah buyurur:) Tutun da onu bağlayın. Sonra onu o alevli ateşe atın. Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun. Çünkü o, o büyük Allah ‘a inanmazdı. Yoksula yemek vermeye teşvik etmezdi. Onun için bugün burada kendisine hiçbir yakın yoktur. Gıslin-

“Gassâkan”: Gözü soğuk su akıttı; yara sarı su akıtıyor denilir. Sanki “Gasâk” ve “Gasak” bir şeydir.
“Gisliyn”; Yıkadığım herbir şeyden çıkan şeydir ki, işte o “Gısliyn”dir. Bu kelime “GasI”, yânî yıkamak
den başka yiyecek de yoktur ki, onu hatâ edenlerde n başkası yemez” ,(el-Hâkkaa: 25-37).
“Siz de; Allah ‘ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şübhesiz ki cehennemi n odunusunu z. Siz oraya gireceksi niz. Onlar eğer ma ‘bûdlar olsalardı oraya girmiyece klerdi. Hepsi orada ebedî kalıcıdırlar. Orada hakları inim inim inlemekti r onların. Bunlar orada da duymayaca klardır” (el-Enbiyâ: 98-100).
“Şimdi bana çakmakta olduğunuz ateşi söyleyin, onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratanla r biz miyiz? Biz onu hem bir ibret, hem çöl yolcularına bir faide kıldık. O hâlde Rabb’ini o büyük adiyle tesbîh et” (el-Vâkıa: 71-74).

‘ ‘(Meleklere şöyle denilir.) O zulmedenl eri, onlara eş olanları, Allah ‘t bırakıp tapmakta ısrar ettikleri şeyleri hep birarayı toplayın da cehennem yoluna götürün. Onları habsedin. Çünkü onlar mes’üldürler” (es-Sâffât: 22-24).
“Böyle (bir ni’mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Hakikat biz onu zâlimler için bir fitne yaptık. Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde çıkacaktır. Ki, tomurcukl arı şeytânların başları gibidir. İşte hakikat onlar bundan yiyecekle r, bu suretle karınlarını bundan dolduraca klar. Sonra üzerine de onlar için çok sıcak bir su ile karıştırılmış şarâb vardır. Sonra dönüp gidecekle ri yer, şübhesiz yine cehennemd ir. Çünkü onlar atalarını sapkın kimseler bulmuşlardı da, kendileri de onları izleri üzerinde koşturuyorlardı” (cs-Sâffât: 62-70).
“Gelecek olan o günde Allah ‘tan izinsiz hiçbir kimse konuşmaz. Artık onlardan kimi şakı (bedbaht), kimi de saîd(bahüyâr)dtr. Şakı olanlara gelince onlar ateştedirler ki, orada çok fecî’ bir nefes alıp vermeleri vardır onların. Gökler ve yer durdukça orada ebedî kalıcıdırlar. Rabblerin in dilediği başka. Çünkü ftabb ‘in ne dilerse hakkıyle onu yapandır. Mes ‘üd olanlara gelince: Onlar da cennetted irler, Rabblerin in dilediği (müddet) müstesna olmak üzere, onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Bu bir lütuf ve ihsandır ki, kesilmesi yoktur” (Hûd: 105-108).
“Sonra arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır”; “…Mut-tekîleri o çok merhametl i Allah ‘in huzuruna suvâri elçiler gibi toplayacağımız, günahkârları ise susuz olarak cehenneme süreceğimiz gün…” (Meryem: 55, 85-86).
“Allah ‘in âyetleri hakkında çekişmelere bir bakmadın mı, nasıl döndürülüyorlar? Onlar, Kitabı ve peygamber lerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanlaya nlardır. Artık bilecekle r, boyunlarında lâleler, zincirler bulunduğu zaman ki, onlar sıcak suyun içinde sürüklenecekler, sonra ateşte yakılacaklar” (el-Mü’min: 69-72).                                                                                                                              ,
“O, insanı bardak gibi kupkuru bir balçıktan yarattı. Canını da yalın bir ateşten yarattı” (er-Rahmân: 14-15).
“Üzerinize ateşten (dumansız) bir yalınla, bir duman salıverilecek. Öyle ki birbirini zi kurtarama yacak, yardımlaşamayacaksınız” (er-Rahmân: 35).
“Ne zaman oradan ızdıraptan dolayı çıkmak isterlers e yine içerisine iade olunurlar ve: Tadın yangın azabını! (denilir)” (el-Hacc: 22).
“Fâsık olanların barınacağı yer ise ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isterlers e içerisine döndürülürler ve onlara: Tekzîb edegeldiğiniz o ateşin azabını tadın! denilir. Biz o en büyük azâbdan önce de onlara mutlakaa yakın azâbdan tattıracağız. Tâ ki ric’at etsinler” (es-Secde: 20-21).
masdarından alınmış “Fi’liyn” vezninde bir isimdir, yaradan ve deve sırtında meydana gelen yağırdan
akan sarı sudur.
Ve İkrime: “Hasabu cehenneme”: Habeşçe’de odun
demektir, dedi. Ikrimeden başkaları şöyle dediler:
“Hâsıben”: Şiddetli esen rüzgârdır. “el-Hâsıb”; Rüzgârın attığı şeydir (Çünkü “Hasb”, atmaktır);
“Hasabu cehenneme” bu ma’nâdandır ki, cehennemi n içine atılandır.
Onlar (yânî cehennem ehli) cehennemi n hasabıdır. Ve “Hasaba fi’1-ardı” denilir ki, yerin içine gitti demektir.

“Vel-hasabu”: Küçük taşlar demek olan “el- Hasb┑dan türemiş bir lâfızdır. “Sadîd”: Kusmuk ve
kan; “Habet”: Söndü; “Tûrûn”: Çıkarmak istediğiniz ateş; “Evreytu”: “Evkatdu” yânî ateş tutuşturdum demektir. “LVl-Mukviyn”: “Li’l-Musâfiriyn” yânî yolcular için demektir. “el-Kıyyu”: Bitki ve su
olmayan çöl demektir. Ve İbn Abbâs şöyle dedi: “Sırâtul-Cahıym”; “Sevâu’l- Cahıym” ve “Vasatu’l-Cahıym” yânî yolun düzü ve ortasıdır. “Le-şevben min hamimin”: Cehenneml iklerin
yiyecekle ri karıştırılır ve çok sıcak olan hamîmle karıştırılır. “Zefiyr ve şahıyk”: Şiddetli ses ve zayıf ses; “Virden”: Susuzlar olarak; “Gayyen”: “Husrânen”.

Ve Mucâhid de şöyle dedi: “Yuscerûn”: Onlar için ateş tutuşturulur; “Ve nuhâsun”: Cehenneml iklerin
başları üzerine dökülecek erimiş bakır; “Zûkû” denilir; başlayın ve tecrübe edin demektir. Bu tatma,
ağzın tatması nev’inden değildir (mecazdır). “Mâricun”: Ateşin hâlisi. Emîr raiyyesin i salıverdiği, onlar da birbiri üzerine koştukları zaman “Merace’l-
emîru raiyyeteh u” denilir. “Merîc”: Mültebis yânî
birbirine karışmış; “Merice emru’n-nâsi” İnsanların işi
karıştı; “Merace’l-bahreyn”: İki denizin karıştığı yer;
“Meracte dâbbeteke”: Sen hayvanım terkettin,
demektir8 3.

83 Buhârî’nin burada naklettiği tefsirler in hepsi senedleri yle yerlerind e rivayet edilmiş ve kadîm müfessirler tarafından zabtolunm uşlardır.

67-…….Ben Ebû Zerr(R)’den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bir seferde idi. (Müezzin Bilâl’e öğle namazını) “Serinlik vakte bırak” buyurdu. (Bir müddet)-sonra yine: “Serinliği bekle, tâ tepelerin gölgeleri arkalarına dönünceye kadar” buyurdu. Bundan sonra Peygamber: “Namazı serinliğe bırakmış. Şübhesiz sıcağın şiddeti cehennemi n kaynamasındandır” buyurdu.

68-…….Ebû Saîd (R); Peygamber (S): “Namazı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti cehennemi n kaynamasındandır” buyurdu, demiştir 84.

69-…….ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdir-
rahmân tahdîs etti ki, kendisi Ebû Hureyre(R)’den şöyle derken işit-miştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Cehennem ateşi Rabb’ine şikâyet arzetti: Yâ Rabbi, bir kısmım bir kısmımı yiyor (yânî ben kendimi yiyorum, izin ver) dedi. Allah da onun iki defa nefes alma-
84 Hadîsin başlığa uygunluğu -Cehennemin kaynamasındandir” sözündedir
Buharı bu hadisleri Namaz Kitabı; “Öğle namazının serinliğe bırakılması babı   nda da getirmişti.
sına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. En şiddetli hissettiğiniz sıcak ile sizi en çok üşüten zemherîr (işte budur)” 85.

70-…….Bize Hemmâm tahdîs etti ki, Ebû Cemre el-Dubbaî şöyle
demiştir: Ben Mekke’de İbn Abbâs’ın meclisind e oturuyord um. Derken beni ateşli hastalık yakaladı. İbn Abbâs: Sen kendinden bu hastalığı Zemzem suyu ile serinlet. Çünkü Rasûlullah (S): “Humma hastalığı cehennemi n kaynamasından bir parçadır. Siz onu su ile serinleti niz” buyurdu, dedi.
Râvî Hemmâm ibn Yahya: Yâhud “Zemzem suyu ile serinleti niz” buyurdu, diye şekk ile rivayet etmiştir 86.

71-…….BanaRâfi’ ibnu Hadîc haber verip şöyle dedi: BenPey-
gamber(S)’den işittim: “Humma, cehennemi n sıcaklığının şiddetindendir. Siz onu kendinizd e su ile serinleti niz” buyuruyor du.

85  Başlığa uygunluğu “Ateş” sözündedir. Çünkü bundan maksad cehennemd ir. Maksad ateşin bizzat kendisi değildir. Zira cehennemd e hem ateş vardır, hem
– de zemherîr yânî şiddetli soğuk vardır. İki zıdd bir yere gelmezler . Cehennem lâfzı bunların İkisini de ve bunlardan başka azâb nevi’lerini de şâmil olur.

86  Rasûlullah’ın humma hastalığını soğuk su ile tedâvîyi emretmesi, Peygamber’-in tıbbı cümlesindendir. Zamanımız tıbbının da umumiyetl e kabul ve tatbîk ettiği bir tedâvî tarzıdır. Bu hastanın başına ve vücûdunun bâzı yerlerine buz torbası ve serin şeyler koymak şeklinde oluyor. Rasûlullah’ın kendi vefatı hastalığı olan hummaya karşı da soğuk su kullanılmıştır.

72-…….Bize Hişâm, Urve’den; o da Âişe(R)’den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): “Humma, cehennemi n kaynamasındandır. Sız onu su ile serinleti niz” buyurmuştur.

73-…….Bana Nâfi’, İbnu Umer(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber
(S):   “Humma, cehennemi n kaynamasındandır. Sizler onu su ile serinleti niz” buyurmuştur.

74-…….el-Arac’dan; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki
Rasûlııllah (S):
—  “Sizin (şu dünya) ateşiniz cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır” buyurmuş.
Sahâbîler tarafından:
— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz dünyâ ateşi (azâb için) elbette kâfî idi, denildi.
Rasûlullah:
—  “Cehennem ateşi dünyâ ateşleri üzerine altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Bunlardan herbirini n sıcaklığı bütün dünyâ ateşinin sıcaklığı gibidir” buyurdu.

75″…….Am r ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî Rebâh’tan işiterek söylemiştir O da Safvân ibn Ya’Iâ’dan; o da babası Ya’lâ ibn Umeyye’-den haber veriyordu . O, Peygamber(S)’in minber üzerinde “Fa Mâlik, Rabb’ın bizim üzerimize hükmünü versin diye nida ettiler.. .” (ez-Zuhruf: 77) âyetini okurken işitmiştir 87.

87 Buhârî bu hadîsi daha önce geçen Melekler’le ilgili 7. bâbda da (40 rakamlı ha-

76-……. Bize Sufyân ibn Uyeyne, el-A’meş’ten tahdîs etti ki,
Ebû Vâil şöyle demiştir: Usâme ibn Zeyd’e:
— Fulân’a (yânı Usmân ibn Affân’a) gitsen de halk arasındaki fitneyi onunla konuşsan (ve fitneyi gidermeye çalışsan), denildi.
Usâme cevaben:
— Şübhesiz siz beni Usmân’a söylemiyorum sanırsınız. Ona gizlice verdiğim öğütleri size duyuracak mıyım? Ben onunla açık söyleyip de bir fitne kapısı açmaksızın gizlice konuşurum ve ben o kapıyı açan ilk kişi olmam. Hem ben Rasûluliah(S)’tan işittiğim bir sözden sonra bir kişi hakkında o üzerimde emîr olduğundan dolayı: “Bu adam insanların hayırhsıdır!” demem, dedi.
Orada bulunan sahâbîler:
—  Sen Rasûluliah’tan ne söylerken işittin? diye sordular. Usâme şöyle dedi:»
— Ben Rasûluliah’tan şöyle buyururke n işittim: “Kıyamet gününde bir kişi getirilir, cehennemi n içine atılır da cehennemd e onun barsakları derhâl karnından dışarı çıkar. Sonra o kişi (barsakları etrafında) değirmen eşeğinin değirmende dönüşü gibi döner. Bunun üzerine cehennem ahâlîsi o kişinin başına toplanırlar da:
— Ey Fulân! Senin hâlin nedir? Sen bize (dünyâda) iyilikle emreder ve bizleri kötülükten nehyeder değil miydin? derler.
Oda:             ‘      .    .
dîs) getirmişti. Burada da değişik bir senedle başlîğa uygunluğundan dolayı getirmiştir. Çünkü Mâlik’ten maksad, cehennemi n hâzini yânî orada vazifeli olan
melektir.
— (Evet) ben size iyilikle emrederdi m, fakat onu kendim yapmazdım. Yine ben sizleri kötülükten nehyederd im de onu kendim işlerdim, diye cevâb verir”88.
Bu hadîsi Gunder -ki o, Muhammed ibn Ca’fer’dir-, Şu’be ibnu’l-Haccâc’dan; o da el-A’meş ibn Süleyman’dan olmak üzere rivayet etmiştir.

11- İBLÎS’ÎN SIFATI VE ASKERLERİNİN BEYÂNI BABI 89

Mucâhid şöyle demiştir: “Ve yukzefûne”: Atılırlar; “Duhûran”: Tardedümişler olarak; “Vâsıbun”;
“Dâimun” (yânî devamlı) demektir.
İbn Abbâs da şöyle demiştir: ‘Medhûran”: Tardedilm iş olarak demektir. “Merîden”

8S Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde ateş yânî cehennem zikredilm esi yönünden-dir. Hadîste râvî Ebû Vâil târihî bir vakıaya işaret etmiştir. Şöyle ki: Hz. Us-mân aleyhinde meydana gelen fitne esnasında, Usmân’m sıkı dostu olan Usâme’ye, bu fitnenin Usmân’la konuşması suretiyle giderilme sine çalışması teklîf edildiğinde Usâme, bu konuda hiç çekinmeden gereken konuşmayı gizli gizli yapmakta olduğunu, böyle konuşmaların zaruret olmadıkça gizli olmasının daha hayırlı olduğunu belirtmiştir.
Bu hadîsten eğer gizlilik dâiresinde devlet adamlarına nasîhat mümkin olmazsa hakkının zayi’ edilmemes i için, hakk ve adalet gereği açıkça bildirilm esi hükmü alınır. Çünkü sahîh bir hadîste: “Cihâdın efdal i, zâlim bir sultana karşı hakk söz söylemektir” buyurulmuştur.
Buhârî, hadîsin sonunda haber verdiği Gunder rivayetin i Fitneler Kitabı’-‘ nda senediyle getirmiştir.

89 İblîs, gözle görülmeyen varlıklardan olduğu için, âlimler onun mâhiyetini çeşitli yönlerden; adı, soyadı, Arabça veya gayrı Arabça bir isim olduğu; yaratılışının aslı, sınıfı… gibi yönlerden incelemişlerdir. Şârih Aynî bu yönleri birer birer İnceleyip özetlemiştir. Bu arada Mâverdî’nin kendi Tefsîr’inde verdiği İblîs ta’-rîfini de kaydetmiştir: îblîs, rûhânî bir şahıstır; “Nuru’s-Semûm”dan (isabet ettiği şeyi zehirleye n ateşten) yaratılmıştır. O şeytânların babasıdır. Onlarda şehvetler terkîb edilmiş, yânî hilkat mayası şehvetlerle yoğrulmuştur. Bu isim, hayırdan mahrûmluk ma’nâsına olan “iblâs” masdannda n türemiştir (Umdetu’l-Kaari, VII, 270).

denilir ki, bu, “Mütemerriden” demektir. “Bettekehû”: “Kataahu”, yânî onu kesti;
“Ve’stefziz”: Hafif saydı; “Bi-haylike”: “Fursânu”, yânî süvariler; “Ve’r-Racilu”: “er-Raccâletu”, yânî
ayaklarıyle yürüyenler- piyadeler demektir. Bu sonuncunu n tekili “Râcilun”dur, sâhib ve sahb, tacir
ve tecr gibi; “Le-ahtenikenne”, “Le-esta’sılenne”, yânî elbette kökünü kazıyacağım; “Karın”: Şeytân
demektir 90.

90 Buhârî bu başlığın devamında istidrâd olarak bâzı âyetlere İşaret etmiş, ve onlardaki bâzı kelimeler in tefsîrlerini vermiştir. Bunlar rivayet tefsirler inde ve hadîs şerhlerinde senedli ve sahihleri ne ulaştırılmış olarak zabtedilm iştir.
Buhâri’nin işaret ettiği bıı âyetlerin meallerin i buradaki sırasıyle yazalım:
‘ ‘Hakikat biz en yakın göğü bir zînetle; yıldızlarla süsledik. Onu her müte-merrid şeytândan koruduk. Ki onlar Mele-i A ‘lâ ‘ya kulak verip dinleyeme zler, her yandan kovularak atılırlar. Onlar için (âhirette de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır” (es-Saffât: 6-9).
“Bunlar Rabbi’nin sana vahyettiği hikmetler dendir. Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme ki, sonra yerinmiş, kovulmuş olarak cehenneme atılırsın” {el-İsrâ: 39).
“Onlar O’nu (Allah’ı) bırakırlar da yalnız dişilere taparlar. (Böylece) o çok inatçı bir şeytândan başkasına tapmış olmazlar. Allah onu rahmetind en kovdu. O da (şöyle) dedi: Celâlin hakkı için kullarından bir nastb edineceğim, onları herhalde saptıracağım, onları mutlaka olmayacak kuruntula ra boğacağım, onlara kat ‘îyyen emredeceğim de davarların kulaklarını yaracakla r, onlara muhakkak emredeceğim de Allah ‘in yarattığını değiştirecekler. Kim Allah ‘ı bırakarak şeytânı bir yâr edinirse, şübhesiz açıktan açığa büyük bir ziyana düşmüştür o” (en-Nisâ: 117-119).

“Hatırla ki biz meleklere: Âdem için secde edin! demiştik ve onlar da secde etmişlerdi de İblîs etmemiş: Ben bir çamur hâlinde yarattığın kişiye secde eder miyim? demişti. (Yine) dedi ki: Benden şerefli kıldığın bu (adam da) kim oluyormuş, bana haber ver! Eğer beni kıyamet gününe kadar geciktiri rsen, and olsun ki onun zürriyetini, birazı müstesna olmak üzere muhakkak kendime bend ederim. (Allah da:) Defol git! dedi, artık onlardan kim sana uyarsa şübhesiz ki cehennem hepinizin cezasıdır, tastamam bir ceza. Onların içinden gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat, onlara karşı süvarilerinle, piyadeler inle yaygara çıkar, mallarına, evlâdlanna ortak ol. Onlara va ‘d et. Şeytân onlara bir aldatıştan başka ne va ‘d eder? Benim gerçek kullarım! Senin onlar üzerinde hiçbir hâkimiyetin yoktur. Onlara vekil olarak Rabb’in yeter”119 (el-İsrâ: 61-65).Rahman’in zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytânı musallat ederiz. Artık bu onun (ayrılmaz) bir arkadaşıdır” (ez-Zuhruf: 36).

77-…….Bizeîsâibn Yûnus, Hişâm’dan; o da babası Urve’den
haber verdi ki, Âişe (R):
—  Peygamber(S)’e sihir yapıldı, demiştir.
el-Leys ibn Sa’d da şöyle demiştir: Hişâm bana babasından işitip muhafaza ettiği şu hadîsi yazdı:
Âişe şöyle dedi: Peygamber’e sihir yapılmıştı. Hattâ Peygamber bâzı işi işlemediği hâlde, onu işliyor hayâli verilirdi (yânı öyle sanırdı). Nihayet günün birinde tekrar tekrar duâ etti. Sonra bana:
—  “Bildin mi? Allah bana kendisind e şifâm olan şeyi bildirdi: Bana iki kişi (yânî Cibril ve Mîkâîl) geldi. Bunlardan biri başucumda, öbürüsü ayak ucumda oturdu. Ve biri öbürüsüne: Bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu. O da: Sihir yapılmıştır, diye cevâb verdi. Bu sefer: Kim sihir yapmıştır? diye sordu. Öbür melek: Lebîd ibnu’l-A ‘sam, diye cevâb verdi. Bu sihir ne ile yapılmıştır? diye sordu. O da: Bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevâb verdi. Nerede yapılmıştır? sorusuna da: Zer-vân Kuyusu’nda, diye cevâb verdi”.
Sonra Peygamber (S) -bâzı sahâbılerle- çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi. Geldiğinde (ben) Âişe’ye:
—  “Kuyunun etrafındaki hurma ağacının uçları, şeytânların başları gibidir” buyurdu.
Bunun üzerine ben:
—  Sen o sihri çıkardın mı? diye sordum. Rasûlullah:
—  “Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ vermiştir. Birde
i\nuou oeu ı ı-
o sihri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin yayılmasından endîşe ettim. Sonra (emrimle) o kuyu kapatılıp gömüldü”91.

78-…….Saîd ibnu’I-Müseyyeb’den; o da Ebû Hureyre(R)’den
tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Sizin biriniz (gece) uyuyunca şeytân onun başının arkasına (yânî boyun köküne) üç düğüm bağlar. Her düğümü: Senin için uzun bir gece vardır-(Tah&t uyu diyerek) vurur. O kimse uyanıp Allah’ı anarsa bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz da kılarsa şeytânın düğümlerinin hepsi çözülür. Artık o (farz ve nafile sahibi) kişi düğümü çözük ve gönlü hoş ve neş’eli bir hâlde sabaha dâhil olur. Fakat zikretmez, abdest alıp namaz kılmazsa gönlü kirli ve uyuşuk bir hâlde sabaha girer”92.

79-…….Bize Cerîr, Mansûr’dan; o da Ebû VâiTden tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber’in yanında,

91  Hadîsin başlığa uygunluğu, sihrin ancak şeytânın buna yardımı ile tamam olması yönündendir. Bu da şeytânın çirkin sıfatlan cümlesindendir. Peygamber bir hadîsinde sihrin insanlık fazîletinİ öldüren yedi büyük günâhtan birisi olduğunu bildirmiştir. Hayber’deki zehirlenm esi sırasında zehirleye nler: Eğer sen yalancı isen koyunu yer, ölürsün; biz de kurtuluru z. Eğer hakîkî peygamber isen sana bir zarar erişmez, demişlerdi. Bu ve benzeri teşebbüsler gibi Peygamber’e sihir çeşitlerinin de hiçbir zarar veremeyec eği isbât edilmiş oluyor.
“Beşer Târihinde Sihir ve Sihirbaz”; Tecrîd Ter. VIII, 260-272’den okunabili r.

92  Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs Teheccüd’de de geçmişti. Bunda şeytânın insan ruhu ve bedeni üzerindeki kötü etkileri en sâde bir şekilde anlatılmıştır.
tâ sabaha kadar uyuyan bir kimse anıldı. Peygamber (S): “Bu, iki kulağına şeytân işemiş bir adamdır” buyurdu.
Râvî: Yâhud “Kulağına” buyurdu diye şekk ile söylemiştir93.

80-…….Kurayb’den; o da Ibnu Abbâs(R)’tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Dikkat, şübhesiz sizden biriniz eşine (cinsî ilişki için) geldiği zaman: Bismillâhi, Allâhumme cennibna’ş-şeytâne ve cennibVş-şeytâne mâ razaktenâ{ = Allah’ın adiyle, Yâ Allah bizi şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl)/ derse, sonra kankoca bu yaklaşmadan bir çocukla rızıklandırı-lırsa, o çocuğa şeytân zarar vermez”94.

81-…….İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Güneşin hâcibi (yânı ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar namazı bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zaman da tâ kaybolunc aya kadar namazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne doğma zamanı, ne de batma zamanını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın -yâhud şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar”. Râvî Abdetu’bnu Süleyman: Ben Hişâm’ın bunlardan hangisini (yânı tenvinli ve eliflâmlıdan hangisini) söylediğini bilmiyoru m, demiştir 95.

93  Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunu /Teheccüd Kitâbı’nda da getirmişti.

94  Başlığa delîHiği açıktır. Buhârî bunu Nikâh’ta da getirecek tir.

95  Başlığa uygunluğu “O şeytânın iki boynuzu arasından çıkar” sözündedir.
Buhârî bunu Namaz Vakitleri’nde, Sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar namaz bâbı’nda getirmişti.

82-…….Bize Yûnus, Humeyd ibn HilâPden; o da Ebû Salih’ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Sîzin biriniz namaz kılarken önünden birşey geçeceği zaman onu men’etsin. O dinlemezs e yine onu men’etsin. Oyinedaya-tırsa onunla doğuşsun. Çünkü o ancak bir şeytândır”96.
Ve Usmân ibnu’l-Heysem şöyle dedi: Bize Avf el-A’râbî, Mu-hammed ibn Sîrîn’den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını korumaya tevkil etmişti. (Bir gece) bana birisi geldi ve sadaka hurmasından avuçlamaya başladı. Ben onu yakaladım ve: Seni elbette Rasûluüah’a götüreceğim, dedim. Ebû Hureyre hadîsin tamâmını zikretti. Sonunda o zât bana: Yatağına girdiğinde Âyete’1-Kursî’yi (ei-Bakara:

256) oku. (Sabaha kadar) üze-” rinde Allah tarafından vazîfeli bir muhafız bulunmakt a devam eder; hiç ayrılmaz ve sana sabaha kadar hiçbir şeytân da yaklaşamaz, dedi. Bunun üzerine Peygamber (S): “O çok yalancı olduğu hâlde, sa-
Güneşin hâcibi, doğma ve batma zamanında kursun ilk ve son gözüken kenarlarına denildiği gibi, güneşin henüz ufkun altında iken cirminden evvel sabahleyi n gözüken ışıklarına da denilir.
96 Başlığa uygunluğu “Çünkü o ancak bir şeytândır” sözündedir. Namazı kesmeye çalışan böyle bir kimseye şeytân denilmesi mecazdır. însân taifesind en İblîs ahlâkı ile sıfatlanan kimselere mecazen şeytân denilmesi çok vâki’dir. Kur’ânda ^İnsân vecinn şeytânları” (el-En’âm: 112) ta’bîri vardır. Bir ma’nâya görede onu bu kötü fiile sevkeden ancak şeytândır demektir. Nitekim Müslim’de: ” ~jtji\\ **. ju = Şübhesiz karini, yânı kendinden ayrılmayan şeytânı onunla beraberdi r”, şeklinde gelmiştir.
tâ sabaha kadar uyuyan bir kimse anıldı. Peygamber (S): “Bu, iki kulağına şeytân işemiş bir adamdır” buyurdu. Râvî: Yâhud “Kulağına” buyurdu diye şekk ile söylemiştir93.
öU-…….Kurayb den; o da lbnu Abbas(R) tan tahdıs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Dikkat, şübhesiz sizden biriniz eşine (cinsî ilişki için) geldiği zaman: Bismilîâhi, Allâhumme cennibna’ş-şeytâne ve cennibVş-şeytâne mâ razaktenâ{ = Allah’ın adiyle, Yâ Allah bizi şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl)/ derse, sonra kankoca bu yaklaşmadan bir çocukla rızıklandırı-lırsa, o çocuğa şeytân zarar vermez”94.

81-…….İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Güneşin hâcibi (yânî ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar namazı bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zaman da tâ kaybolunc aya kadar namazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne doğma zamanı, ne de batma zamanını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın -yâhud şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar”. Râvî Abdetu’bnu Süleyman: Ben Hişâm’ın bunlardan hangisini (yânî tenvinli ve eliflâmhdan hangisini) söylediğini bilmiyoru m, demiştir95.

93  Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunu /Teheccüd Kitâbf nda da getirmişti.

94  Başlığa delîlliği açıktır. Buhârî bunu Nikâh’ta da getirecek tir.

95  Başlığa uygunluğu “O şeytânın İki boynuzu arasından çıkar” sözündedir.
Buhârî bunu Namaz Vakkleri’nde, Sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar namaz bâbı’nda getirmişti.

82-…….Bize Yûnus, Humeyd ibn Hilâl’den; o da Ebû Salih’ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Sizin biriniz namaz kılarken önünden birşey geçeceği zaman onu men’ etsin. O dinlemezs e yine onu men’ etsin. O yine dayatırsa onunla doğuşsun. Çünkü o ancak bir şeytândır” 96.
Ve Usmân ibnu’I-Heysem şöyle dedi: Bize Avf el-A’râbî, Mu-hammed ibn Sîrîn’den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını korumaya tevkîl etmişti. (Bir gece) bana birisi geldi ve sadaka hurmasından avuçlamaya başladı. Ben onu yakaladım ve: Seni elbette Rasûlullah’a götüreceğim, dedim. Ebû Hureyre hadîsin tamâmım zikretti. Sonunda o zât bana: Yatağına girdiğinde Âyete’I-Kursî’yi (d-Bakara: 256) oku. (Sabaha kadar) üzerinde Allah tarafından vazifeli bir muhafız bulunmakt a devam eder; hiç ayrılmaz ve sana sabaha kadar hiçbir şeytân da yaklaşamaz, dedi. Bunun üzerine Peygamber (S): “O çok yalancı olduğu hâlde, sa-
Güneşin hâcibi, doğma ve batma zamanında kursun ilk ve son gözüken kenarlarına denildiği gibi, güneşin henüz ufkun altında iken cirminden evvel sabahleyi n gözüken ışıklarına da denilir.

96 Başlığa uygunluğu “Çünkü o ancak bir şeytândır” sözündedir. Namazı kesmeye çalışan böyle bir kimseye şeytân denilmesi mecazdır. İnşân taifesind en İblîs ahlâkı ile sıfatlanan kimselere mecazen şeytân denilmesi çok vâki’dir. Kur’ânda “İnşân ve cinn şeytânları” (el-En’âm: 112) ta’bîri vardır. Bir ma’nâya görede onu bu kötü fiile sevkeden ancak şeytândır demektir. Nitekim Müslim’de: ” ‘j,Ji\ a*, ju – Şübhesiz karini, yânî kendinden ayrılmayan şeytânı onunla beraberdi r’] şeklinde gelmiştir.
na doğru söylemiştir. İşte o (insan suretinde) bir şeytândır” buyurdu 97.

83-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: “Sizden herhangi birinize şeytân gelir de: Şunu böyle kim yarattı? (Şunu) böyle kim yarattı? En sonu: Rabb’ini kim yarattı? deyinceye kadar sorup vesvese verir. İmdi şeytânın vesvesesi Rabb’i-nize kadar erişince, o vesveseli kişi hemen Eûzu billahi mine ‘ş-şeytâni V-racîm desin ve vesveseye son versin”’98.

84-…….Mâlik ibn Âmir, Ebû Hureyre(R)’den şöyle derken işittiğini tahdîs etmiştir: Rasûlullah (S): “Ramazân girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları da kapanır, bütün şeytânlar da zincire vurulur” buyurdu “.

97  Başlığa uygunluğu “İşte o, şeytândır” sözündedir. Buhârî bunu Vekâlet Kitâ-bı’nda tam olarak getirmişti.

98  Başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîsi Müslim, îmân’da getirmiştir. Oradaki rivayetle rin birinde “Âmentü billahi desin” şeklindedir.

99  Hadisin başlığa uygunluğu “Şeytânlar zincire vurulur” sözündedir.
Hadîs, Oruç Kitabı, “Ramazân yâhud Ramazân ayı denilir mi bâbı”nda geçmişti.”
85-…….Bana Saîd ibnu Cubeyr haber verip şöyle dedi: Ben İbn
Abbâs’a: (Nûn el-Bekâlî: Bu Mûsâ, İsrâîl oğulları’nın Musa’sı değildir; o başka bir Musa’dır, diyor) dedim. İbn Abbâs şöyle dedi: Allah düşmanı yalan söylemiştir: Bize Ubeyy ibn Ka’b tahdîs etti ki, kendisi Rasûlullah(S)’tan işitmiştir. Rasûlullah şöyle buyuruyor du: “Mûsâ genç hizmetçisine: ‘Kuşluk yemeğimizi getir’, dedi. Hizmetçisi: ‘Ne dersin, taşın dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum. Onu hatırlayıp zikretmem i şeytândan başkası unutturma dı’, dedi. Mûsâ, Allah’ın emrettiği o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı… ” I0°.

86-…….Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlul-
lah(S)’ı şu hâlde gördüm: Doğu tarafına işaret ederek: “İyi biliniz ki, fitne buradadır, fitne buradadır. Şeytânın boynuzunu n doğacağı yerdedir” buyurdu 1Oİ.

100  Başlığa uygunluğu “Onu hatırlayıp söylememi şeytândan başkası unutturma dı” sözündedir. Hadîs burada kısaltılmış olarak verilmiştir. Bu meşhur Mûsâ-Hızır hadîsi İlim Kitâbı’nda üç yerde ve daha başka yerlerde geçmişti. Bu kıssanın büyük bir kısmı, hattâ bazen hadîstekini tamamlar şekilde el-Kehf: 59-82. âyetlerinde de geçmektedir.

101  Başlığa uygunluğu “Fitne buradadır, şeytânın boynuzunu n doğacağı yerdedir” sözündedir.
Peygamber, İslâm devrinde meydana gelecek fitneleri n, musibetle rin men-şe’ini haber vermiş ve doğu tarafına işaret ederek “Şeytânın boynuzunu n doğduğu taraf” buyurmuştur. Peygambpr’in vefatından sonra meydana gelen fitneleri n hepsi doğu tarafından çıkmış bulunduğundan, bu haber Peygamber’-in mucizeler inden sayılır. Bu haber belki bütün insanlığın başına gelecek büyük fitneleri n istikbâldeki çıkış yerini de bildirmek tedir… Şeytânın boynuzu ta’bîri Je temsildir .

87-…….Bana Atâ ibn Rebâh, Câbir(R)’den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “(Güneş batıp) gece karanlığı geldiği yâhud gecenin bir kısmı hâsıl olduğu zaman çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan) men’ ediniz. Çünkü şeytânlar o sırada dağılırlar (faaliyete geçerler). Yatsıdan bir saat geçince de (dışarıdaki) çocuklarınızı (evinize) koyunuz. Ey mü’min, o zaman Allah’ın ismini an. BismVîlâhVr-rahmânVr-rahîm diyerek kapını kapat. Besmele ile kandilini söndür. Su kırbanın ağzını Besmele ile bağla. Yine Besmele ile kap kaçağım kapat, ört; velev ki o kap üzerine enine (tahta parçası gibi) birşey korsun!”™1.

88-…….Bize Ma’mer, ez-Zuhrf den; o da Alî ibn Hüseyin’den
haber verdi ki, Safiyye ibnetu Huyeyy (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde i’tikâf yapıyordu. Ben geceleyin O’na ziyaret etmek üzere geldim. Bir süre O’nunla konuştuktan sonra kalktım ve geri döndüm. Rasûlullah da beni geçirmek için benimle beraber kalktı. Safiyye’-nin meskeni Usâme ibn Zeyd’in yurdunda idi. Bu sırada Ensâr’dan iki kimse oradan geçti. Bunlar Peygamber’i (bir kadınla) görünce çabuk davrandılar. Peygamber:
—  “Acele etmeyiniz, durunuz! Yanımdaki kadın Safiyye bintu Huyeyy’dir” buyurdu.
O iki Ensârî de:
— Subhânallahi yâ Rasûlallah! Biz Allah’ı tesbîh ve tenzih ederiz, dediler.
Rasûlullah:

102 Başlığa uygunluğu “Çünkü şeytânlar o zaman dağılırlar” sözündedir. Buradaki emirlerin hükmü nedir? dersen, derim ki: Bunların hepsi dünyevî yararlan öğreten, irşâd eden mendûb emirlerdi r. îcâb yânî vâcib kılma emirleri değildir. Mü’minleriırbu emirleri yerine getirmele ri yakışır. Bunları yerine getirenle r, zararlard an selâmette olurlar.. (Aynî).
— “Şübhesiz ki, şeytân insan bedeninde kanın akışı gibi akar. Ben sizin temiz gönüllerinize şeytânın bir kötülük – yâhud: şübheye düşürecek birşey- atmasından endîşe ettim” buyurdu 103.
_

89-……. Süleyman ibn Surad şöyle demiştir: Ben Peygam-
ber(S)’in beraberin de oturmakta idim. O sırada iki kişi sövüştüler. Bunlardan birinin yüzü (öfkeden) kızarmış ve şah damarları şişmişti1. Bunun üzerine Peygamber: “Ben bir kelime bilirim ki, eğer şu kişi o kelimeyi söylese, kendisind e bulunan öfke hâli muhakkak gider. O kimse Eüzu billahi mine’ş-şeytânVr-racîm(= Ben taşlanmış olan şeytândan Allah’a sığınırım) dese, kendisind e bulunan bu öfkeli hâl gider” buyurdu. Orada bulunan sahâbîler o kişiye: Peygamber (S) “Şeytândan Allah’a sığın! “buyurdu, dediler. O da: Bende delilik mi var? diye i’tirâz etti 104.

90-…….İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle bu-

103  Başlığa uygunluğu son cümlelerindedir. Bu hadîs daha geniş bîr metinle İ’tikâf ta da geçmişti.
104  Başlığa uygunluğu açıktır. Nevevî şöyle demiştir: “Bu, Allah’ın dînini anlamayan ve pâk şerîatin nurları ile temizleni p aydınlanmayan kimsenin sözüdür. Belki bu münafıklardan yâhud câhil bedeviler dendir” (Kastallânî).
Yânî bu istiâzenin delillere mahsûs olduğunu sanan ve gazabın şeytân tarafından atılan fitne ve fesâddan ileri geldiğini anlamayac ak derecede câhil olan bir kimsenin sözüdür…
yurdu: “Eğer sizden biriniz eşine (cinsî münâsebet için) geldiğinde A llâhumme cennibnVş-şeyîâne ve cennıbi ‘ş-şeytâne mâ razaktenî{ = Yâ Allah, beni şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl)! derse, şayet bu karı-koca arasında bir çocuk olursa o çocuğa şeytân zarar veremez ve şeytân ona musallat kılınmaz”.
Râvî Şu’be ibnu’l-Haccâc dedi ki: Ve bize el-A’meş Süleyman, Salim ibn Ebfl-Ca’d’den; o da Kurayb’den; o da İbn Abbâs’tan olmak üzere bu hadîsin benzerini tahdîs etti 105.

91-…….Bize Şu’be, Muhammed ibn Ziyâd’dan; o da Ebû Hu-
reyre(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir namaz kıldı da, sonra şöyle buyurmuştur: “Şübhesiz şeytân bana göründü de namazı bozdurmak için üzerime hücum etti. Allah beni gâlib getirip ona istediğimi yapmaya fırsat verdi..,”
Râvî böylece hadîsin tamâmını zikretti1 06.

92-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle
buyurdu: “Namaza nida edildiği vakit şeytân yüzgeri edip yellene yel-

105  Bu hadîs, aynı bâbda bundan önce biraz değişik sened ve metinle geçmişti.
Hadîsin sonunda verilen senedi bildirmen in fâidesi, Şu’bc’nin bu hadîs hakkında iki üstadı olduğudur (Kastallânî).

106  Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu, Namaz Kitabı; “Esîr yâhud borçluyu mescidde bağlama bâbı”nda bâzı farklarla geçmişti. Hadîsin devamı şöyledir: “Sabah olunca hepiniz onu göresiniz diye mescidin direkleri nden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman ibn Davud’un: Ey Rabb Um, beni mağfiret et. Bana öyle bir mülk ver ki, o, benden başka hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şübhesiz bütün murâdlan ihsan eden Sen ‘sin Sen (Sâd-35) duasını hatırladım da, onu köpek gibi kovdum”.
iene kaçar. Nida bitirilin ce yine gelir. Namaz için tasvîb (yânî ikaa-met) edilince yine evvelki gibi yüzgeri edip kaçar. îkaamet de bitirilin ce yine gelip insan ile kalbi arasına sokulur ve: Fulân şeyi hatırla, fulân şeyi hatırla! der. Nihayet insan üç rek’at mı, yâhud dört rek’at mı kıldığını bilemez. İnsan üç mü yâhud dört rek’at mı kıldığını bilemezse iki yanılma secdesi yapar” 107.

93-…….Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle
buyurdu: “Şeytân, her Âdem çocuğunu, doğurulurken parmağı ile yan tarafından dürter, bundan Meryem oğlu fsâ müstesnadır. Şeytân onu dürtmeye gitti ve hicâbda (yânî ceninin içinde bulunduğu döl yatağında) dürttü”
108

94-…….Alkame şöyle demiştir: Ben Şam’a geldim. (Burada kim
var? dedim.) Ebu’d-Derdâ var, dediler. (Yanına geldikten sonra) Ebu’d-Derdâ: Peygamber’inin dili yânî duası üzerine Allah’ın şeytândan kurtardığı kimse, yânî Ammâr (Irak’ta) içinizde mi? dedii09.

107  Bu da Namaz Kitâbı’nın sonlarında geçmişti.

108  Allah onu ve annesi Meryem’i şu duâ bereketiy le korudu: “… Rabb’İm, hakikat ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçek ben adını Meryem koydum. Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytândan Sana sığındırırım, dedi” (Âlu İmrân: 35-36).
Bu ve bundan sonraki hadîslerle başlık arasındaki uygunluk açıktır, ayrıca belirtmeğe hacet yoktur.

109  Buhârî bu hadîsi burada çok kısa getirdi. Huzeyfe ile Ammâr’ın fazlı bâbı’nda, bundan daha bütün olarak getirmiştir.

95-…….BizeŞu’be, Mugîre’den şöyle tahdîs etti:… Ve Ammâr’ı
kasdedere k “Peygamber’inin dilî ile Allah’ın kurtardığı kimse” dedi110.
Râvî dedi ki: Ve el-Leys ibn Sa’d da şöyle dedi: Bana Hâlid ibn Yezîd, Saîd ibn Ebî Hilâl’den tahdîs etti ki, ona da Urve, Âişe(R)’den şöyle haber vermiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Melekler el-Anân içinde Arz’da olacak işi konuşur/ar -el-Anân, buluttur-. Melekleri n konuştuğu o kelimeyi şeytânlar işitir de akabinde onu, sürahinin boşaltılacak kabın ağzına tatbik edildiği gibi kâhin kulağının içine boşaltırlar. Onlar da o bir kelimenin beraberin de yüz tane yalan arttırırlar” nı.
96-…….Keysân’dan; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Esnemek şeytândandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman gücü yettiği kadar onu karşılayıp reddetsin . Çünkü sizin biriniz (esnerken aşırı giderek) hâaa deyince, şeytân güler”112.

110  Buhârî bu hadîsle, bundan önceki rivayette Ebu’d-Derdâ’nın sözünden kasde-dİIenin Ammâr ibn Yâsir olduğunu beyân etmiştir. Bu Ammâr, İslâm olmakta öne geçenlerden ve hakkında “Kalbi îmân üzere sabit ve mutma’in olduğu hâlde zorlamaya uğratılanlar müstesna…” (en-Nahl: 106) âyeti inmiş olan sahâbîdir.

111  Buhârî bu ta’lîki, “Melekleri n zikri bâbi”nda, yine Âİşe’den senedli olarak getirmişti.

112  Buhârî bu esneme hadîsini Sahih ‘inin birkaç kitabında değişik senedlerl e getirmiştir. Peygamber esnemeyi sevmediği için, onu şeytândandır buyurdu. Çünkü esneme ancak beden ağırlığı, doluluğu, tenbelliğe ve uykuya meyli ile birlikte meydana gelir… (Aynî).

97-…….Bize Hişâm, babası Urve’den haber verdi ki, Âişe (R)
şöyle demiştir: Uhud harbi günü olunca müşriklerin cebhesi) bozuldu. Bu sırada İblîs:
— Ey Allah’ın kullan! Sizden geri kalmış olup arkanızda bulunan kimselerd en sakının (yâhud onları Öldürün)! diye haykırdı.
Bu bağırma üzerine müslümânların önde bulunanla rı arkalarına döndüler (de onları müşrikler sanarak) ön taife ile arka taife birbirler iyle vuruştular. Bu vuruşma sırasında Huzeyfe ilerisine doğru baktı ve birden babası el-Yemân’ı gördü. Hemen:
— Ey Allah’ın kullan! (Âmân ne yapıyorsunuz?) Babamdır, babamdır! diye bağırdı.
Fakat Allah’a yemîn olsun onlar Yemân’dan7vazgeçmediler ve nihayet onu öldürdüler. Huzeyfe bu hatâen öldürmeye karşı:
Sizi Allah mağfiret etsin. O, merhamet edenlerin en merhametl isidir” (Yûsuf: 92) demekle yetindi.
Urvetu’bnu’z-Zubeyr: Artık Huzeyfe’de tâ Allah’a kavuşuncaya kadar babasının ölümünden dolayı bir hayır bakıyyesi var olmakta devam etti (yâhud o, babasının kaatili için duâ ve istiğfara devam edip durdu), demiştir

113 İbn İshâk’in yanında şu ziyâde vardır: Huzeyfe: Babamı öldürdünüz, dedi. Onlar: Vallahi biz onu tanımadık, dediler ve doğru söylediler. Bunun üzerine Huzeyfe: Allah sizlere mağfiret eylesin, dedi. Rasûlullah Yemân’ın diyetini ona vermek istedi. Huzeyfe babasının kan bedelini müslümânlara sadaka yaptı. Hu-zeyfe’nin bu fiili Rasûlullah katında Huzeyfe’nin hayrım artırdı. Buhârî bu hadîsi Mağâzî’de ve Diyetler’de de getirmiştir. Baba oğul bu iki sahâbînin hal tercemele ri kısaca şöyledir: Huzeyfe (R) Yemân lakabiyle şöhret bulan Hısl veya Huseyl İbn Câbir el-Absî’nin oğludur. Her ikisi de büyük sahâbîlerdendir. Hısl ibn Câbir nasılsa bir aralık birini öldürmüş olduğundan memleketi nden kaçıp Medine’ye sığınmış ve Evsîler’den Abdu’i-Eşhel oğullan himayesin e girmiş ve onlara yemînli dost olmuştur. Evs ile Hazrec, aslında Yemen’den gelme olduklarından Yemâ-nî’dirler. İşte Hısl bu Yemânîlere katıldığı için kavmi tarafından kendisine “Yemân” lakabı verilmiştir. Baba oğul kıdemli müslümânlardan oldukları hâlde Bedir gazasına katılamamışlardır. Oraya giderlerk en yolda Kureyş müşriklerinin eline düşmüşlerdir. Müşrikler: Siz Muhammed’in yanına gidiyorsu nuz, diye kendileri ne ilişmek istemişlerse de onlar inkâr ettikleri nden, Medîne’ye gidecek-

98-…….Mesrûk şöyle demiştir: Âişe (R) şöyle dedi: Ben Pey-
gamber(S)’e namazda kişinin iltifatından (yânî başını sağa sola çevirmesinin hükmünden) sordum. Peygamber: “O herhangi birinizin namazından şeytânın kapıp kaçmakta olduğu birşeydir” buyurdu 1M.
lerine ve Rasûİullah ile birlikte harbe girmeyece klerine Allah adına yemîn ederek ahd ve peymân vermedikçe yakayı kurtaranı amışiardır. Kurtulduk tan sonra Peygamber’in yanına gelerek keyfiyeti arzetmişler. Peygamber onlara: “Burada durmayın, Medine’ye gidin” emrini verdiği için, o muharebed e bulunamamışlardır.
Uhud gazasında Rasûİullah Hısl ile Abdu’l-Eşhel oğullan’ndan Sabit ibn Vakş’ı -yaşlan İlerlemiş olduğu için- Medine’nin kârgir ve metîn binalarına kadınlar ve çocuklarla birlikte saklamıştı. Orada iken müslümânların bozgun haberi gelmesi üzerine biri diğerine: “Biz bugün değilse yarın çukura gireceğiz. Burada öleceğimize harb meydanında şehâdet kazansak” demiş. Bu söz üzerine de her iki İhtiyar kılıçlarını sıyırarak müslümân mücâhidlere katılmışlar. Sabit ibn Vakş -kardeşi Rifâa ibn Vakş gibi- müşriklerin kılıçlarıyla şehîd olmuşlar. Hısl ibn Câbir’e gelince: Müslümanlar kendisini müşriklerden biri zannıyle -hatıra öyle geliyor ki, başlangıçta muhâriblerden olmadığı için o günkü şiân yânî parolayı bellemede n harbe girmiş olması hatâya sebeb olmuştur- yalın kılıç başına üşüşmüşler ve babasının uğradığı tehlikeyi görüp yanma koşan Huzeyfe, hadîste de belirtild iği gibi: “Aman! Ne yapıyorsunuz?” O babamdır, o babamdır!” deyinceye kadar işini bitirmişler, Huzeyfe bu hatâ katline karşı yalnız: “Yağfi-rullâhu lekum ve huve erhamu’r-rahimin” (Yûsuf: 92) demekle yetinmiş ve Peygamber tarafından ödenen diyeti bile müslümânlara sadaka etmek cömertliğini göstermiştir.
Huzeyfe Emîru’l-Mü’minîn Umer ibnu’l-Hattâb tarafından Selmân Fârisî’den sonra Medâini Kisrâ valiliğine ta’yîn olunup, ömrünün sonuna kadar o hizmette kalmıştır. Ölümü Hz. Usmân’ın katlinden ve Emîru’l-Mü’minîn Alî’ye bey’attan kırk gün sonradır. Huzeyfetu’bnu’l-Yemân, Rasülullah’ın sırlarının mahremi olup, münafıkların hâllerini ve ileride meydana gelecek fitneleri n tafsiller ini en çok bilen zât idi. “Kıyamet gününe kadar olmuş, olacak şeyleri Rasûİullah bana söyledi” der imiş. Umer, Medine’de cenaze olsa Huzeyfe’yi gözetler, onu cemâat arasında görmezse ölünün münafık olmasından şübhe ederek namazını kılmazmış. Tirmizî’de Huzeyfe’den gelen rivayete göre, Rasûlul-lah’a: “Yâ Rasûlallah, birini halîfe etsen!” denilmiş. “Eğer ben bir halîfe nasb edersem, siz de ona itaat etmezseni z azaba uğrarsınız- Lâkin size Huzeyfe ne söylerse, sözüne inanız. Abdullah ibn Mes’ûd da Kur’ân’ı nasıl okutursa öylece okuyunuz” buyurmuştur (Tecrîd Ter., II, 383-384).

114 Şu ma’nâca ki, musallîsağa sola dönerse, dönme ânında kendisine şeytân zafer bulup ibâdetten meşgul eder. Fiillerin de kâh (unutma) sehv, kâh yanılma vâki’ olur. Çünkü kasdedile n şeyin gayrı ile meşgul olmuştur ve kalbi hâzır değildir.

99- Bize Ebu’l-Mugîre tahdîs etti: Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yahya ibnu Ebî Kesîr, Abdullah ibn Ebî Katâde’den; o da babası Ebû Katâde Haris ibn Rıb’î el-Ensârî’den; o da Peygam-ber(S)’den tahdîs etti.

100-…….Ebû Katâde şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Güzel ru’yâ Allah’tandır. Fena ru ‘yâ da şeytândandır. Biriniz korkacağı (yânî karışık) bir ru’yâ gördüğünde hemen sol tarafına tükürüp üfleşin ve o ru’yânın şerrinden Allah’a sığınsın (yânı Eûzu billahi mine’ş-şeytânVr-racîm desin). Bu suretle o, ru’yâ gören kimseye zarar vermez” 115.
Bu fiil, razı olunmamış olduğu için şeytâna nisbet edilmiştir. Tayyîbî dedi ki: Bu kelâmın ma’nâsı şudur: Musallî sağa sola bakınca huşû’u gider. Huşû’un gitmesine istiare yoluyla şeytânın ihtilası {yânî kapıp alması) denilip, o fiilin çirkinlik derecesi tasvir buyurulmuştur.
Bu hadîs Namaz Kitâbı’nda, “Namazda sağa sola bakmak bâbı”nda da geçmişti.

115 Buhârî bu hadîsi burada iki yoldan getirmiştir: Biri Ebu’l-Mugîre yolu, ikincisi Süleyman ibn Abdirrahmân… yolu. Buhârî bunu keza Ta’bîr’de, en-Nesâî, el-Yevm ve’1-Leyle’de getirmiştir.

101-…….Ebû Salih’ten; o da Ebû Hureyre(R)’den haber verdi
ki Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir günde yüz kerre Lâ ilahe illellahu vahdehû lâ şerike lehu, LehuH-mülkü ve lehu’l-hamdu ve huve alâ kullîşeyin kadîr derse, o kimseye on köle âzâdla-manın sevabı verilir. Ve ona yüz hasene yazılır, yüz günâh ondan silinir. Ve bu dua o mü’mine dua ettiği gününde, o günün akşamına kadar şeytân şerrinden bir emînlik ve koruma olur. Bundan daha çok yapan kişi müstesna, hiçbir kimse onun söylediğinden daha faziletli sini getirmemiştir” 116.

102-…….Sa’d ibnu Ebî Vakkaas (R) haber verip şöyle demiştir: Bir kerre Umer (R) Rasûlullah’ın huzuruna girmek için izin istedi. O sırada Rasûlullah’ın yanında Kureyş’ten birtakım kadınlar vardı, bir kısmı yüksek sesle konuşuyor ve Rasûlullah’tan çokça dünyalık istiyorla rdı. Umer izin isteyince kadınlar hemen kalktılar ve perde arkasına koştular. Rasûlullah, Umer’e izin verdi. Umer huzuruna girdiğinde Rasûlullah gülüyordu. Umer:
— Yâ Rasûlallah! Allah senin dişini güldürsün (yânı seni devamlı mesrur eylesin), dedi.
Rasûlullah:

116 Buhârî bunu böyle Duâlar’da; Müslim de Dualar Kitâbı’nda getirmiştir.
—  “Yanımda görüşen şu kadınlar senin sesini işitince hemen örtünmeye davrandılar da ona hayret ettim” buyurdu.
Umer:
— Yâ Rasûlallah, onların hürmetlerine ve saygılarına Sen daha haklısın, dedi.
Bundan sonra da kadınlara hitâb ederek:
— Ey nefisleri nin düşmanları olan kadınlar! Sizler Rasûlullah’-tan korkmaz da benden mi kaçınırsınız? dedi.
Kadınlar da:
— Evet, sen tab’an Rasûlullah’tan şiddetli ve katısın, dediler. Rasûlullah:
—  “Nefsim elinde olan Allah’ayemîn ederim ki, şeytân sana hiç kavuşmaz: Sen bir sokağa girersen muhakkak o, senin bulunduğun sokaktan başka bir sokağa girer (kaçar)” buyurdu.

103-…….îsâ ibn Talha’dan; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs
etti ki, Peygamber (S): “Sizin biriniz uykusunda n uyanıp da abdest aldığında burnundak i nesneyi nefesiyle üç defa dışarı çıkarsın. Çünkü şeytân, uyuyanın genzinde geceler” buyurmuştur 117.

147 Bu hadîste ve kardeşlerinde büyük birşey (bir ilim) vardır: Çünkü Yüce Allah, Rasülü’ne ma’nâların garîblerini tahsîs etmiş ve O’na eşyanın hakikatle rinden öyle şeyler açmıştır ki, onları beyân etmeye aklın kudreti kısa kalır ve onları idrâkten aklın gözü yorulur.
Bu hadîsin zahiri, şeytânın genizde gecelemes inin her uyuyan için hâsıl olmasını gerektiri r. Bir de bunun Kursî Âyeti hadîsinde olduğu gibi zikirden herhangi bir duâ ile şeytânın şerrinden korunmaya n kimselere mahsûs olması muhtemel olur (Kastallânî).

12- CİNNLERİN VARLIĞININ, SEVÂB VE İKAABLARI OLDUĞUNUN ZİKRİ BABI 118 Çünkü Yüce Allah’ın şu kavli vardır:
“Ey cinn ve ins cemâati, içinizden size âyetlerimi nakleder, bu gününüzün çatacağını inzâr ile haber verir
peygamber ler gelmedi mi size? Ey Rabb’imiz, nefisleri mize karşı (kendi aleyhimiz de) şâhidlik ederiz,
diyecekle r.
Dünyâ hayâtı onları aldattı da gerçek kâfir kimseler olduklarına, kendileri de kendi aleyhleri nde şâhid
oldular. Bu (peygamber gönderip haber verdirmes i) memleketl eri, halkı gafil bulunurla rken zulûmfleri)
yüzünden Rabb ‘inin helak edici olmadığındandır. Herkesin yaptıkları şeylere göre dereceler i vardır.
Onlar ne yaparlars a Rabb’in onlardan gafil değildir*’
(el-En’âm: 130-133) II9

118  Yânî cinnlerin varlığını beyân ve cinnlerin hayır ile sevaba nail ve şerr ile de ikaa-ba uğrayacaklarının zikri babı. îslâm âlimleri cirmi birçok yönlerden: cinnin varlığı; cinnin yaratılış başlangıcı; neden yaratıldığı; cinnler cisim midir, mü-cerred cevher midir; cinnin nevİ’leri, niçin cinn denildiği; yerler içerler mi ve aralarında nikâhlaşma ve doğurma var mıdır; mükellef midirler ve haklarında teklife dayanan sevâb ve ikaab, mükâfat ve mücâzât var mıdır; sâlih ve fâsıkla-rı var mıdır; muhtelif suretlere girmeleri var mıdır; yönlerinden incelemişlerdir.
İns mukaabili olarak zikroluna n cinn, lâtîf cisim makûlesinden olduğundan, ona âid olan bahis böyle birçok şu’belere ayrılarak gayet şümullü bir surette incelenmiş ve cinnin varlığı hususu müstesna olmak üzere, bu konuların hepsi âlimler arasında birer ihtilâf yeri olmuştur. Buhârî sarihleri ve bilhassa şârih Aynî, bu ihtilâfları delilleri ile beraber nakletmiştir: Umdetu’l-Kaarî, VII, 285-290.
Ebû’l-Abbâs ibn Teymiyye şöyle demiştir: “Bütün İslâm fırkalanyle şâir milletler e ve kâfirlere mensûb zümreler cinnin varlığında ihtilâf etmemişlerdir. Vakıa İslâm-zümreleri arasında Cehmiyye ve Mu’tezile gibi cinnİ inkâr edenîer bulunduğu gibi, diğer ümmetler ve kâfirler arasında da İnkâr edenler vardır. Fakat milletler in cumhuru bunu kabul ve i’tirâf etmişlerdir. Çünkü peygamber lerin cinnin varlığına dâir haberleri insana zarurî ilim ifâde edecek derecede mütevâtirdir” {Umdetu’l-Kaarî, VII, 285).

119  Bu âyet, peygamber lerin hem “cinnleri, hem de insanları inzâr edip, ikaabdan sakındırdıklarına ve onların işledikleri hayır işlerinin çeşitli dereceler i bulunması da sevaba delâlet etmektedi r.
Buhârî bu başlıkta şu âyetlere ve tefsirler ine de işaret etmiştir: “Doğrusu biz o hidâyetti (Kur’ân’ı) dinleyinc e ona îmân ettik. Kim de Rabb 7-ne îmân ederse, o ne bir ücret eksikliğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağm-
“Bahsen” (ei-cinn: i3), “Naksan” demektir.
Mucâhid dedi ki:
“Bir de onunla cinnler arasında bir hısımlık
uydurdula r” (es-sâffât: ıss) kavlindek i neseb iddiası, Mekke
müşriklerinin “Melekler Allah’ın kızlarıdır. Melekleri n
anaları da cinnlerin ulularının kızlarıdır” sözleridir. Allah (bu çirkin iddiayı reddedere k, âyetin devamında)
“And olsun ki, cinnler dahî onların behemahal (cehenneme) zorla getirilec eklerini pek iyi bilmişlerdir’1”
buyurdu. Yânî hesaba çekilmek için hazır edilecekl er. Cundun muhdarûri” (Yâsîn: 75); yânî kendileri hesabın
yanında bunlar içiokhazırlanmış askerlerd ir.

104-…….Ebû Saîd el-Hudrî (R) haber vermiştir: Ebû Saîd, Abdullah Ebû Sa’saa’ya şöyle demiştir: Ben seni görüyorum ki, sen koyunu ve bâdiyede yaşamayı seviyorsu n. Sen her zaman koyununun yanında ve bâdiyende bulunup da namaz vakti ezan okumak istediğinde sesini yükselt! Çünkü müezzin sesinin yetiştiği yere kadar cinn, ins ve (işitme kaabiliye ti olan) hiçbir mahlûk yoktur ki, ezanı duymuş olsun da kıyamet gününde müezzin için güzel şâhidlikte bulunmasın!
dan korkar. Gerçek kimimiz müslümânlar, kimimiz ise zulmedenl erdir…” (el-Cinn: 13-14).

“Bir de O’nunla cinnler arasında bir hısımlık uydurdula r. And olsun ki biz-zât cinnler dahî onların behemahal (cehenneme) zorla getirilec eklerini pek iyi bilmişlerdir”1 (es-Sâffât: 158).
“Onlar Allah’ı bırakıp, kendileri yardım edilecekl er ümidiyle ma’bûdlar edindiler . Ki bunlar onlara asla yardım edemezler . (Bil’akis) kendileri bunlar için hazırlanmış bir sürü avenedir” (Yâsîn: 74-75).
Elmahlı Muhammed Hamdı Yazır, Hakk Dîni Kur’ân Dili tefsirind e Cinn Sûresi’nin başında doğu, batı ilim âleminde bu mes’ele hakkında gelen nasslar-la ileri sürülen fikirleri ve görüşleri nakledere k çok kıymetli bilgiler toplamıştır: (VII, 5382-5395).
Akabinde Ebû Saîd: Ben bu hadîsi Rasûlullah’tan işittim, de-
miştir 120.
– AZTZ VE CELÎL OLAN ALLAH’IN ŞU KAVLİ BABI:
“Hatırla o zamanı ki, cinnlerde n bir taifeyi Kur’ân dinlemele ri için sana doğru çevirmiştik. İşte bunlar onun
huzuruna gelince birbirine: Susun, dinleyin,  demişler; okunması bitirilin ce de (kendileri ni azâb ile) korkutmay a
me’mûr olarak kavimleri ne dönmüşlerdi: Ey kavmimiz, dediler; hakikat biz Mûsâ ‘dan sonra indirilmiş olan, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola
ileten bir kitâb dinledik.

Ey kavmimiz, Allah’ın da’vetçisine icabet edin, ona îmân edin ki, Allah sizin günâhlarınızdan bir kısmını
mağfiret etsin, ve sizi acıklı bir azâbdan kurtarsın. Kim Allah’ın da’vetine icabet etmezse o, yeryüzünde (Allah’ı)
âciz bırakacak değildir. Onun Allah’tan başka hiçbir yardımcıları da yoktur. Onlar apaçık bir sapıklık
içindedirler” (ei-Ahkaaf: 29-32)121. “Masrifen” (ei-Kehf: 53) sapacak yer; “Sarafnâ”, yönelttik demektir.

120  Bu hadîs cinnin müezzin hakkında şehâdetleri sabit olduktan sonra, melekleri n de şehâdeti evleviyet yoluyla sabit demektir. Zîrâ “Cinn” lugât yönünden göze görünmeyen mevcûd olduğuna göre, medlulüne melâike de girer…
Bu hadîs Ezan Kitabı, “Ezân’da sesi yükseltmek bâbı”nda da geçti.

121  Yemen’deki Nusaybîn cinnleri yedi yâhud dokuz kişi idi. Rasûlullah bir Tâif seferinde en-Nahl vadisinde sabân namazı kıldırıyordu. İşte o sırada bu cinnler Kur’ân’i işitmiş, kavimleri ne gitmiş ve âyetteki sözleri söylemişlerdir. İmâm Ebû Hanîfe: Bu âyete göre mü’min cinnler için sâdece cehennemd en selâmet vardır, sevâb yoktur, demiştir. İmâm Mâlik, İbn Ebî Leylâ, Ebû Yûsuf, Muhammed ise onlara da sevâb ve ikaabm terettüb edeceğini; Dahhâk da er-Rahmân: 56 âyeti gereğince cennete girecekle rini söylemişlerdir (Beydâvî, Medârik)

14- YÜCE ALLAH’IN ŞU KAVLİ BABI:

“Orada herbir canlıdan yaydı” (ei-Bakara: 164; Lukmân: ıo). İbn Abbâs: “es-Su’bân” (ei-Arâf: 107; eş-şuarâ: 32), erkek yılandır, demiştir,/Denilir ki yılanlar birçok cinslerdi r: “el-Cinnânu” yânı beyaz yılanlar; “el-Efâ’î”, yânî en zehirli engerek yılanları; “el-Esâvidu”, yânî büyük siyah yılanlar.
Allah, mülkünde ve saltanatında “Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin alnından tutandır”
(Hûd: 56) 122.
“Sâffâtin” (ei-Müik: 19), kanatlarını yayarak; “Yakbidne”, kanatlarını vurarak demektir, denilir I23.

105-…….Bize Ma’mer, ez-Zuhrî’den; o da Sâlim’den tahdîs etti
ki, babası İbnu Umer (R), Peygamber(S)’in minber üzerinde hutbe yaparken şöyle buyurduğunu işitmiştir:
— “Sizyılanları öldürünüz- Ve bilhassa arkasında iki beyaz çiz-
in Hepsinin hükmü, tasarrufu, idaresi O’ndadır (Beydâvî).

123 Âyetin tamâmı şöyledir: “Onlar üstlerinde kanatlarım açarak kapayarak uçan kuşları da görmediler mi? Bunları o rahmeti herşeyi kaplayan Allah ‘tan başkası tutmuyor. Şübhesiz ki O herşeyi hakkıyle görendir”.
gili cinsi ile kuyruksuz engerek yılanını öldürünüz! Çünkü yılanların bu iki (habîs ve zehirli) cinsi gözün nurunu giderir, yüklü kadının da çocuğunu düşürür”.
Abdullah ibn Umer (diğer bir rivayette) şöyle demiştir: Bir ker-re ben bir yılanı öldürmek İçin arkasından kovalıyordum. Ebû Lu-bâbe bana:
—  Onu öldürme! diye nida etti. Ben de ona:
—  Rasûlullah (S) yılanları öldürmeyi emretmiştir, dedim. Ebû Lubâbe:
— Râsulullah yılanların umumiyetl e öldürülmesini emrettikt en sonra, ev yılanlarını öldürmekten nehyetti. (Beyaz ve zehirsiz) olan bu ev yılanları avâmirdir, uzun ömürlüdürler (yânî uzun müddet evde yaşarlar), dedi 124.
Abdurrazzâk, Ma’mer ibn Râşid’den; o da ez-Zuhrî’den söyledi ki, İbn Umer: Bu sırada beni Ebû Lubâbe -yâhud Zeyd ibnu’l-Hattâb- gördü, demiştir.
Bu hadîsi rivayet etmekte Ma’mer’e Yûnus ibn Yezîd, Sufyân ibn Uyeyne, İshâk ibn Yahya el-Kelbî ve ez-Zubeydî mutâbaat etmişlerdir.
Salih ibn Keysân, İbnu Ebî Hafsa, İbn Mucemmi’, ez-Zuhrî’den; o da Sâlim’den söylediler ki, İbn Umer: Beni Ebû Lubâbe ile Zeyd ibnu’l-Hattâb gördü, demiştir !25.

15- BÂB: “MÜSLÜMÂNIN HAYIRLI MALI KOYUNDUR; MÜSLÜMAN KİŞİ, KOYUNU DAĞ BAŞLARINA GÖTÜRÜR” m.
124  Buhârî’nin bu hadîsi cinn bahsinde getirmesi, çok zehirli ve arkası iki çizgili olan azılı yılanla engerek yılanı suretine cinnin temessül etmemesi, ev yılanları suretine temessül etmesi i’tibâriyledir. Ve bu i’tibârla öldürülmesi nehyedilm iştir. Fakat Müslim’in, yine Ebû Saîd Hudrî’den bir rivayetin de: “Evleriniz de uzun ömürlü ev yılanları gördüğünüzde üç defa kovunuz.’ Kaybolurs a ne a’lâ; yoksa öldürünüz” buyrulmuştur. Bâzı âlimler de evde görülen yılanların öldürülme-mesi şehir evlerine mahsûstur; köy evlerinde öldürülür, demişlerdir.

125  Hadîsin burada verilen tarîklerini İmâm Müslim, Ahmed ibn Hanbel ve Bagâ-vî, Peygamber’e ulaştırılmış olarak rivayet etmişlerdir.

126  Bu başlık, gelecek hadîsin bir parçasıdır. Böyle olunca hadîsin başlığa uygunluğu ve münâsebeti açıktır.

L06-…….Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: “Koyunun, kişinin hayırlı malı olması (devri) yakla* şır: Müslüman, dinine sâhib olmak üzere fitnelerd en kaçarak koyun sürüsünü dağların başına ve yağmur mevkileri ne (yânî vadilerin engin yerlerine) götürür”.

107-……. Bize Mâlik, Ebu’z-Zinâd’dan; o da el-A’rac’dan; o
da Ebû Hureyre(R)’den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Küfrün başı doğu tarafındadır. Kendini beğenmek ve kibirlenm ek de at ve deve sahihleri ile hayvan sürülerine bağırıp çağıran bedeviler dedir. Sekînet, yânî vakaar ve tevazu’ ise koyun sâhiblerinde-dir” nı.

127 İbn Mâce’nin rivayetin de Peygamber (S), Ümmü Hâni’ye: “Koyun edin! Çünkü o hayvanda bereket vardır” buyurmuştur.
Hadîsteki “Küfrün başı doğudadır” buyurulma sı hakkında ibn Hacer şöyle demiştir: Bu, Mecûsîler’in küfr ve şirkinin şiddetine işarettir. Çünkü İran diyarı ve Iraklılar’a tâbi’ olan Arablar, hep Medîne’nin doğusunda bulunuyor lardı. O târîhte Farslılar dünyânın en kudretli, en mütekebbir bir milleti idiler; o derecede ki, onların şehinşâhlan Rasûlullah’m mektubunu yırtmak küstahlığında bulunmuş ve o târîhte İslâm’ın siyâsî hayâtına karşı fitne kapısı doğuda açılarak, İslâm eliyle söndürülünceye kadar devam edip durmuştur {Feîhu’l-Bârî, VI, 160).

108-…….Bana Kays ibn Ebî Hazım, Ukbe ibn Amr Ebû Mes’-
ûd’dan tahdîs etti; o şöyle demiştir: Rasûlullah (S) eliyle Yemen tarafına işaret etti de şöyle buyurdu: “îmân Yemenli’dir, işte şurada. İyi biliniz ki, katı ve kaba yürekliler de develerin kuyrukları dibinde, onlara haykıran bedeviler içinde bulunur ki, bunlar şeytânın iki boynuzunu n doğar olduğu doğu taraftaki Rabîa ve Mudarr halkıdır”128.

109-…….el-A’rac’dan; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Horozların öttüğünü işittiğinizde (dilekleri nizi) Allah ‘m/adlından isteyiniz! Çünkü horozlar melek görmüşlerdir. Eşeğin anırmasını işittiğinizde de şeytândan Allah ‘a sığınınız (yâmEûzu billahi mine’ş-şeytâni’r-racîm deyiniz). Çünkü eşek şeytân görmüştür (de öyle amrmıştır)” 129.

128  “îmân Yemenli’dir” cümlesi, îmân Yemen müslümânlarmın vicdanlarında yaşayan bir kanâattir, demektir. îmânın husûsî surette Yemenlile r’e nisbet edilmesi,  Yemen  ahâlîsinin  Rasûlullah’m  da’vetine tereddüdsüz icabet  etmiş olmalarındandır.
Bâzı âlimler de “îmân Yemenli’dir” cümlesini zahiri üzere almayarak, Ye-men’le murâd Mekke’dir; çünkü Mekke, Tihâme’dendir; Tihâme de Yemen kıt’-asmdan sayılmıştır, demişlerdir. Bâzıları da Mekke ile Medîne’dir. Çünkü îslâm nuru Mekke’de doğdu, Medîne’de yayıldı, demişlerdir. Bunlara göre Rasûlullah bu sözünü Tebûk’te söylemiştir. Ve Mekke ile Medîne’ye işaret etmiştir. Mekke ile Medîne, Tebûk ile Yemen arasında bulunduğu için, Tebûk’ten Yemen’e işaret edilerek mecazen Yemen nahiyeler inden sayılan Mekke, Medîne murâd olabilir (Umdetu’l-KaarV den özetlenmiştir).

129  Kaadı Iyâd: Dualarımızı horoz öterken yapmamızın emredilmiş olması, melekleri n yapılan duaya âmin demelerin i ve duacı mü’min hakkında şehâdet ve is-tigfâr etmelerin i ve bu suretle dualarımızın kabul edilmeler ini te’mîn içindir. Sa’lebî’nin rivayetin de Peygamber (S): “Üç sese Allah mahabbet eder: Horoz sesi, Kur’ân okuyan kişinin sesi, bir de seher vakti Allah ‘a istiğfar edenlerin sesi” buyurmuştur.
Horozun diğer hayvanlar da bulunmaya n bir özelliği vardır ki, o da gecelerde muntazam aralıklarla ötmesi, kronometr e gibi hiç şaşmamasidır. Dâvûdî şöyle demiştir: Horozda, bu hayvandan öğrenilmeğe değer beş şey vardır: Güzel ses, seher vakti erken kalkmak, cömertlik, cinsî kıskançlık, aile bereketi.
Horozun sesinin güzelliği yanında eşek sesi de o derece çirkindir; Allah’a sığınmaya lâyıktır…
110-…….Bize İbn Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Atâ ibn
Ebî Rebâh haber verdi. O, Câbir ibn AbdiIlah(R)’tan şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Gecenin bir kısmı hâsıl olduğu yâhud akşama girdiğiniz zaman çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan) men’ ediniz! Çünkü şeytânlar o zaman dağılırlar (faaliyete geçerler). Geceden bir saat geçince de (dışarıdaki) çocuklarınızı evleriniz e koyunuz ve Allah’ın ismini zikredini z de bütün kapıları kapatınız. Çünkü şeytân kapanmış hiçbir kapıyı açamaz”.
İbn Cureyc şöyle dedi: Ve bana Amr ibn Dînâr haber verdi ki, kendisi Câbir ibn Abdillah’tan işittiği hadîsi Atâ’nın bana haber verdiği tarzda rivayet ediyordu. Lâkin o, “Allah’ın ismini zikredini z” cümlesini söylememiştir 13°.
Muhammed ibn Sîrîn’den: o da Ebû Hureyre(R)’den
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “îsrâîl oğullan’ndan bir kavim (beşer târihinden silinip) yok oldu. O kavmin ne (kötülük) işlediği bilinmez. Ben zannetmem ki o ümmet fareden başka birşeye mesh ve tahvil edilmiş olsun. Çünkü fare, kendisi için bir yere deve sütü konulduğunda onu içmez de, koyun sütü konulduğunda onu içer”.
Ebû Hureyre dedi ki: Ben bu hadîsi Ka’bu’I-Ahbâr’a tahdîs ettim. O da bana:

130 Bu hadîs küçük farkla 11. bâbda 87 rakamı ile geçmişti.
—  Sen Peygamber’den bunu söylerken işittin mi? diye sordu. Ben de:
—  Evet, işittim, dedim. Sonra Ka’b tekrar tekrar bana:
—  Sen Peygamber’den bunu söylerken işittin mi? diye sordu. Ben de: Nihayet (onu reddedere k):
— Ben sana Tevrat mı okuyorum (ben sana ancak Peygamber’den işittiğimi tahdîs ediyorum), diye karşıladım i31.

112-…….Urve, Âişe(R)’den, Peygamber (S)’in şu hadîsini tahdîs ediyordu: Âişe: Peygamber (S), keler cinsinden olan alaca keler için “Fâsıkcıktır (yânî zarar vericidir)” buyurdu, fakat ben Peygam-ber’in bunun öldürülmesini emrettiğini işitmedim, demiştir, dedi.
Râvîlerden biri (İbn Şihâb yâhud Urve yâhud Âişe): Sa’d ibnu Ebî Vakkaas; Peygamber (S) onu öldürmeyi emretti demiştir, dedi.

131 Mesh, günahkâr bir kavmin Allah tarafından toptan maymun, domuz gibi bir hayvan cinsine çevrilmesidir ki, eski ümmetlerde vâki’ olmuştur. Hadîste haber verilen de onlardan birisidir . “Fare deve sütü içmez de koyun sütü içer” fıkrası, İsrâîl oğulları’ndan olan o kavmin fareye çevrildiğinin delilidir . Şöyle ki: Devenin eti, sütü İsrâîl oğullan’na Allah tarafından haram kılınmıştı. Onlar deve sütü içmezlerdi. Farenin de içmemesi, onları bir yerde toplayan nokta oluyor. Ve bundan dolayı Peygamber bir ihtimâl olarak; “Sanmam ki o ümmet fareden başka bir hayvana çevrilsin…!” demiştir. Ka’bu’İ-Ahbâr aslında Yahûdî âlimlerinden idi. Bu cihetle Ebû Hureyre ona: Ben Tevrat okumuyoru m; Peygamber’den işittiğimi söylüyorum, diye ta’rîz etmiştir.
Müslim’in Ebû Saîd Hudrî’den rivayet ettiği bir hadîste Rasûlullah’m yanında geçmiş ümmetlerden maymun ve domuz suretine çevrilenler zikrolunm uş, Peygamber: “Allah meshedile n ümmet için çoluk, çocuk, soy sop bırakmamıştır” buyurmuştur. Bu rivayetle Ebû Hureyre hadîsi arasında zıdhk vardır. Ebû Hureyre hadîsi mesh olunanların aynen devam ve tenasülünü ifâde ettiği hâlde, Ebû Saîd hadîsi nesilleri nin devam etmediğini bildiriyo r. Bu yüzden âlimler arasında görüş ayrılıkları vardır. Zeccâc Ebû İshâk ile İbnu’l-Arabî, bugün mevcûd olan maymunların, meshedile n ümmetin neslinden olduklarını iddia etmişlerdir. Cumhur ise Ebû Saîd hadîsiyle amel ederek, inkırazını kabul ve iki rivayeti şöyle cem’ etmişlerdir: Rasûlullah evvelâ mesh olunan ümmetleri aynen devam eder sanarak, farenin meshedile n ümmetin aynen devam eden nesli olduğunu haber -vermiştir. Hadîsin metni bu zanm açıkça ifâde etmektedi r. Sonra Rasülullah’a, meshedile nin neslinin devam etmediği vahyedilm iştir…

113-…….Bize Abdulhamîd ibnu Cubeyr ibn Şeybe, Saîd ibnu’l-
Müseyyeb’den tahdîs etti ki, ona da Ümmü Şerîk.Guzeyye (R), Pey-gamber(S)’in kendisine kelerleri öldürmesini emrettiğini haber ver-
miştir 132.

114-…….Bize Ebû Usâme, Hişâm’dan; o da babası Urve’den
tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): “Arkasında iki beyaz çizgisi olan yılanı öldürünüz. Çünkü o cins yılan gözün nurunu giderir ve gebe kadına (çocuğunu düşürtüp) musibet getirir”^ buyurmuştur.

115-…….Bana babam Urve tahdîs etti ki, Âişe (R): Peygamber (S) kuyruksuz engerek yılanının öldürülmesini emretti ve: “Çünkü o göze musibet getirir (yânî kör eder) ve gebeliği giderir” buyurdu, demiştir,
132 Bu iki hadîs Hacc Kitabı, “Harem’de öldürülecek hayvanlar bâbi”nda da geçmişti.

116-…….Abdullah ibn Umer yılanları öldürür idi. Sonra bâzılarını öldürmekten nehyetti ve şöyle dedi: Bir gün Peygamber (S) kendisine âid bir duvarı yıktı da duvarın içinde bir yılan derisi buldu ve: “Bakın yılan nerededir?” buyurdu. Sahâbîler yılanı gördüler. Peygamber: “Onu öldürün!” buyurdu. (İbn Umer dedi ki:) İşte ben, Pey-gamber’in bu umûmî emrinden dolayı yılanları öldürüyordum. Ebû Lubâbe’ye kavuştum; o bana Peygamber’in “(İnce yâhud hafif, küçük yâhud beyaz) yılanları öldürmeyin. Fakat (kuyruksuz) iki çizgili her engerek yılanını öldürün. Çünkü yılanın bu cinsi (bakması ile annedeki) çocuğu düşürür ve gözü giderip kör eyler. Onun için bu cinsi öldürün” buyurduğunu haber verdi m.

117-…….Bize Cerîr ibnu Hazım, Nâfi’den tahdîs etti ki, İbn
Umer umumiyetl e yılanları öldürürdü. Sonra Ebû Lubâbe ona, Peygamber’in ev yılanlarını öldürmeyi nehyettiğini tahdîs etti. O da bunları öldürmekten kendini tutmuştur.
‘Yeryüzünde gezen hayvanlar dan beş nevi’ fasıklardır ki, bunlar Harem içinde öldürülürler”

133 Aynî şöyle dedi: Eğer bu hadîs yakında (105 rakamiyle) bunların iki ayrı sınıf olduklarına işaret ederek vâv harfi ile “İki çizgiliyi ve kuyruksuz engerek yılanım Öldürünüz” diye geçti; bu hadîs ise vâv’siz olup bunun bir tek sınıf olduğuna delâlet etti dersen, ben de derim ki: el-Kirmânî şöyle dedi: Vâv, iki zât arasını değil, iki vasf arasını cem’ İçindir. Buna göre onun ma’nâsı: “Ebterlik vasi ile iki çizgili olma arasını toplayıcı olan yılan öldürün” demektir. “Ben kerîm adama ve mübarek hanesine uğradım” sözlerinde olduğu gibi. Keza iki sıfattan biriyle sıfatlananm öldürülrhe emri ile bunların her İkisiyle beraberce sıfatlananm öldürülme emri arasında zıdlık
yoktur. Çünkü bu iki sıfat onda bazen birleşir, bazen ayrılırlar (Umdetu’t-Kaarî, VII, 298).

118-…….Bize Mâ’mer, ez-Zuhrî’den; o daUrve’den; o daÂi-
şe(R)’den: Peygamber (S): “Beşfâsık (hayvan nev’i) vardır ki, bunlar Harem içinde öldürülürler: Fare, akreb, çaylak, karga ve her yırtıcı yaralayıcı köpek” buyurmuştur.

119-…….Bize Mâlik, Abdillah ibn Dinar’dan; o da Abdullah
ibn Umer(R)’den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde gezen hayvanlar dan beş nevi’ vardır ki, her kim bunları ihrâmlı olduğu hâlde öldürürse üzerine günâh olmaz: Akreb, fare, yaralayıcı köpek, karga ve çaylak”.

120-…….Atâ ibn Ebî Rebâh’tan; o da Câbir ibn Abdillah(R)’tan
tahdîs etti. O bu hadîsi Peygamber’e yükseltmiştir. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda harekette n men’ edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinnlerin yayılması ve birşeyisür’-atle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandiller i söndürünüz. Çünkü fâsıkçık yânı fare bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar”134.

134 Bu bâb başlığı gelecek hadîsin bir parçasıdır, böyle olunca başlık ile hadîs arasında uygunluk vardır. Fakat bu bâb ile hadîslerinin bu kitâb ile uygunluğunda müşkillik vardır.
İbn Cureyc ile Hubeyb, Atâ’dan rivayetle rinde: “Çünkü o zaman şeytânların bir yayılması ve çabuk alıp kapmaları vardır” şeklinde söylemişlerdir

121-……. Bize Yahya ibnu Âdem, İsrâîl ibn Yûnus’tan; o da
Mansûr’dan; o da İbrahim’den; o da Alkame’den tahdîs.etti ki, Abdullah ibn Mes’ûd şöyle demiştir: Biz Rasûlullah (S) ile beraber Mi-nâ’daki bir mağarada bulunuyor duk. O sırada*’Ve’l-mürselâtiurjen” Sûresi indi. Bizler o sûreyi Rasûlullah’ın ağzından almaya çalışıyorduk. Ansızın bir yılan kendi yuvasından çıkıverdi. Biz hemen onu öldürmeye davrandık. Fakat yılan bizim önümüze geçti ve yuvasına girdi. Bunun üzerine Rasûlullah: “Siz nasıl yılanın şerrinden ko-rundunuzsa, o da sizin şerrinizden korundu” buyurdu 135.
Ve yine Yahya ibn Âdem, İsrail’den; o da el-A’meş’ten; o da İbrahim’den; o da Alkame’den; o da Abdullah’tan olmak üzere yukarıdaki hadîsin benzerini rivayet etti. Bunda Abdullah ibn Mes’ûd: Biz de bu sûreyi Rasûlullah’ın ağzından taze taze almaya çalışıyorduk, demiştir.
Bu hadîsi Mugîre ibn Mıksem’den rivayet etmekte İsrail’e, Ebû Avâne mutâbaat etmiştir: Hafs ibn Gıyâs, Ebû Avâne, Süleyman ibnu Karm, el-A’meş’ten; o da İbrahim’den; o da el-Esved’den; o da Abdullah ibn Mes’ûd’dan söylediler.
Bu bâb ve hadîsleri Hacc Kitabı, “Harem’de öldürülecek hayvanlar bâbı”n-da da geçmiş ve bâzı açıklamalar orada verilmişti.

135 Buhârîbu hadîsi Hacc Kitâbı’nda, “Harem’de öldürülecek hayvanlar bâbı”nda bâzı küçük farklarla getirmişti. Buhârî burada hadîsin birkaç geliş yolunu da alt alta sıralayarak göstermiştir.

122-…….Nâfi’den; o da İbn Umer(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Bir kadın, dünyâda bir kediyi bağlayıp habsetmiş, onu yedirmemiş ve onu yerin haşerelerinden yemesi için de salıvermemiş olduğundan ötürü ateşe girmiştir”.
Abdu’1-A’lâ dedi ki: Ve bize Ubeydulla h, Saîd el-Makburî’den; o da Ebû Hureyre’den; o da Peygamber’den olmak üzere bunun benzerini tahdîs etti136.

123-…….Bana Mâlik, Ebu’z-Zinâd’dan; o da el-A’rac’dan; o
da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Peygamber lerden biri bir ağaç altına indi. Akabinde onu bir karınca ısırdı. Peygamber eşyalarının hazırlanmasını emretti. Eşyalar ağacın altından çıkarıldı. Sonra karınca evinin yakılmasını emretti ve ateşle yakıldı. Bunun üzerine Allah o peygamber e: O ısıran tek karıncayı yaksaydın ya! diye vahyetti” 137.

136  Buradaki Abdullah ibn Umer ve Ebû Hureyre hadîsleri de Şirb Kitâbı’nda geçmişti. Ebû Hureyre’ninkini Müslim de getirmiştir.

137  Bu karınca yuvasını yakan peygamber in kıssası da küçük bir farkla Cihâd Kİtâ-bı, “Müşrik, müslümâm yaktığı zaman bâbı”nda geçmişti.
“Sizden birinizin içeceği içine sinek düştüğü zaman, o kişi, sineği içecek şeyin içine hatırsın. Çünkü sineğin iki kanadının birinde hastalık, diğerinde de şifâ vardır” 13S.

124-…….Ben Ebû Hureyre(R)’den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S): “Sizden birinizin içeceği içine sinek düştüğü zaman, o kişi sineğin her tarafını hatırsın, sonra onu çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, diğerinde de şifâ vardır” buyurdu 139.

13? Başlık, gelecek hadîsin hemen hemen aynı olduğu İçin, uygunluk tamdır.

139 Mısırlı Mahmûd Kemâl ve Muhammed Abdülmü’min Hüseyin adlarındaki iki doktorun bu Sinek Hadîsi hakkında bir araştırma yazılan vardır. Bu araştırma yazısını da içine alan bir tedkîk yazısının sonuç kısmını özetle nakledeli m: “Hulâsa: Bütün bu izahlarda n anlaşılır ki:

1.  Sinek pislikler e konar, ayaklanyl e hastalık yapan mikroplar taşır.

2.  Ondan sonra gelir yiyecek ve içeceklere konar, ayağındaki mikroplar bu yiyecekle re ve içeceklere bulaşır.

3.  Yiyecek ve içeceklere konan sinek, bunların içine iyice daldırılmadan atılırsa, sineğin konduğu yerde mikroplar kalır. Bunları yiyen veya içen kimse, bilmeyere k kendi vücûduna bu mikropları geçirmiş olur.

4. Fakat sinek daldırılırsa ne olur? Sinek daldırılırsa bu daldırma harekeli, sineğin vücûdunda bulunan mantar hücresine basınç yapar. İçindeki tohumları ve sıvıyı sıkıştırır. Bu sıkışma neticesin de.hücre patlar, hücre içinden mikropları öldüren enzimler çıkar. Bunlar sineğin taşıdığı mikroplar a saldırır, onları öldürür. Bu suretle yiyecek veya içecekler, hastalık yapan mikroplar dan temizlenm iş olur.

5. Bilginler yiyecek ve içeceklere konan sineğin karnından, taşıdığı hastalığın devasının çıkması için daldırılmasını emreden Peygamber hadîsini bu suretle tefsir, etmiş oluyorlar . Bundan anlaşılıyor ki, modern ilim, Peygamber (S)’in haber verdiğini doğrulamıştır. (Sa’deddîn Raslan; Çev. Süleyman Ateş; “Allah’ın Rasûlü’nün Sözlerinde Tıbbî İ’câz”, Hakses Mecmuası, Mayıs 1966, sayı: 17, s. 4-6).

125-……. Bize Avf el-A’râbî, el-Hasen’den ve İbn Sîrîn’den;
onlar da Ebû Hureyre(R)’den tahdîs ettiler ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Fahişe bir kadın (Allah tarafından) mağfiret olunmuştur; şöyle ki: Günün birinde o fahişe kadın suya yakın ve duvarı örülmedik bir kuyu başında bir köpeğe rastgelmiş, köpek susuzlukt an dilini sarkıtıyordu.” “-Rasûlullah devam etti: “Susuzluk onu öldürmeye yaklaştırmış bulunuyor du. Kadın hemen ayağından ediğini çıkarmış ve onu başının yaşmağı ile sıkıca bağlayarak (kuyuya sarkıtmış) ve kuyudan o köpek için su çıkarmıştır. Bu yaptığı sulama sebebiyle o fahişe kadın mağfiret olunmuştur” 14°.

126-…….Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip: Ben bunu senin
şurada bulunduğun gibi ez-Zuhri’den ezberledi m, o şöyle dedi: Bana Ubeydulla h ibn Abdillah, İbnu Abbâs’tan; o da Ebû Talha Zeyd ibn Sehl’den (Allah onlardan razı olsun) haber verdi ki, Peygamber (S): “Melekler, içinde köpek ve suret bulunan bir eve girmezler” buyurmuştur I41.

127-……. Bize İmâm Mâlik, Nâfi’den; o da Abdullah ibn
Umer(R)’den haber verdi ki, Rasûlullah (S) köpeklerin öldürülmesini emretmiştir I42.

140  Bu hadîste Yüce Allah’ın kendinSen-bir ihsan olarak küçük bir amel karşılığında büyük günâhtan geçip affeyleme si vardır. Buhârî bunun bir benzerini Tahâ-ret’te ve Şirb’de de getirmişti.

141  Bu hadîs aynı kitabın 7. babında da geçmişti.

142  Bu hadîsi Müslim, Buyu’ Kitâbı’nda getirmiştir.

128-…….Ebû Hureyre (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Her kim (yanında) köpek tutarsa, her gün o kimsenin amelinden bir kırat eksilir. Ancak o köpek zirâat köpeği yâhud koyun köpeği ise eksilmez” 143-

129-…….Bana es-Sâib ibn Yezîd haber verdi ki, o Sufyân ibn
Ebî Zuheyr eş-Şeneîy’den işitmiştir. O da RasûlulIah(S)’tan şöyle buyururke n işitmiştir: “Her kim kendisine ekincilik ve hayvan bekçiliği yönünden bir fayda vermeyen bir köpek edinirse, her gün o kimsenin ameliinm sevabından) bir kırat eksilir”.
Sâib, Sufyân ibn Ebî Zuheyr’e:
—  Sen hakîkaten bu hadîsi’Rasûlullah’tan işittin mi? dedi. O da: ‘
—  Evet, şu kıblenin sahibine yemîn ederim, diyerek rivayetin i yemîn ile kuvvetlen dirdi 144.

143  Bu hadîsle ondan sonraki, Ekincilik Kitabı, “Ekin için köpek edinme bâbi”nda geçmişti.

144  Bu rivayette hadîs usûlü noktasından şu özellikler vardır:

a.  Bu rivayetin, râvîlerin işitmesine dayanması,

b.  İlk râvînin rivayetin i yemîn ile te’yîd etmiş bulunması,

c.  Sahâbînin sahâbîden rivayet etmiş olmasıdır ki, Sâib ibn Yezîd’in Şenûe Kabîlesi’nden olan Sufyân ibn Ebî Zuheyr’den rivayetid ir. Bunların ikisi de sa-hâbîdir. Sâib küçük sahâbîlerdendir, onun babası da sahâbîdir. .
Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle


İşlemler

Information

Yorum bırakın